"Denemeler"de gördüðüm þeyi Montaigne'de deðil, kendimde buluyorum. -Pascal |
|
||||||||||
|
Cengiz Aytmatov, 1928 yýlýnda doðmuþ, dünyaca ünlü, çok yönlü bir kiþilik ve özgün bir Kýrgýz Yazarýdýr. Aytmatov, Türk Kültürünü dünyada duyurabilmiþ ve tanýtabilmiþ, önemli, iyi bir edebiyatçýdýr. Herhangi bir ekole veya akýma baðlý kalmamýþ kendi tarzýný yaratmýþ bir kiþiliktir. Eserlerinde aþk, sevgi, hüzün gibi insana ait olan özellikleri tema olarak ele almýþ, içten gelen duygularla beslemiþ ve onlarý dilin büyülü havasýyla iþleyerek anlatmýþtýr. Böylece ortaya mükemmel denebilecek eserler ortaya çýkarmýþtýr. Aytmatov, içinde yaþadýðý toplumun, yüzyýllar içinde kazandýðý tüm deðerleri eserlerinde yansýtmýþ ve onlarý ebedileþtirmiþtir. Aytmatov’un eserlerine bakýldýðýnda, Onun, kendi toplumunun kültüründen deðerler taþýdýðý görülür. Aytmatov, eserlerinde halkýna ait atasözlerine, þiirlere, türkülere, halk hikâyelerine, masallara ve buna benzer birçok folklorik deðerlere sýkça yer vermiþtir. Böylece yazar, düþüncelerini pekiþtirmiþ ve daha güçlü hale getirmiþtir. Bu özellikler onun eserine daha ayrý bir güzellik katmýþtýr. Akýcý bir üsluba sahip olan Aytmatov, olaylarý adeta bir zincir halkasý gibi ardý ardýna baðlayarak akan bir su gibi anlatmýþtýr. Dili son derece sade ve açýktýr. Bu nedenle okuyucu, onun eserlerini eline aldýðýnda, kitabýn kalýnlýðýna bakmadan, kitabý elinden býrakmak istememektedir. Bir an önce eseri bitirip sonuca ulaþmak istemektedir. Ýþte bu eserlerden biri de “Gün Olur Asra Bedel”dir. “Gün Olur Asra Bedel” yazarýn en güzel romanýdýr denilebilir. Kýrgýz geleneklerinin, yaþam biçimlerinin, coðrafi güzelliklerin en güzel biçimde anlatýldýðý bir romandýr. Uçsuz bucaksýz Kýrgýz bozkýrlarýnýn yalýn bir dille anlatýldýðý, hayat zorluklarýna göðüs geren, yokluklar içerisinde varlýklarýný idame ettirmeye çalýþan, kimselerin yaþamak istemediði, çorak, verimsiz arazilerde yaþamaya çalýþan insanlarýn yaþam mücadelesi anlatýlmaktadýr bu romanda. Tabii, aþk ve sevgi de ayrý bir renk katmaktadýr romana. Ayný zamanda dönemin Sovyet yönetimine karþý bir baþkaldýrý bir isyan romanýdýr, “Gün Olur Asra Bedel”. Ýçinde yaþanýlan sistem, açýk bir þekilde eleþtirilmektedir. Ýnsanlarýn kuþkuyla karþýlanmalarý, her þeyden þüphelenmeleri, masum insanlara iftiralar atarak yaþamlarýný zorlaþtýrmalarý ve hatta ölüme sürüklenmeleri eleþtirel bir gerçeklikle okuyucuya sunulmaktadýr. Öyle ki roman sonunda çevirmenin notu olarak “Bu romanýn en güzel, en ilginç bölümünün bu ciltte yer almadýðý, Sovyetler Birliði’nde Glasnot’a geçiþin eþiðinde iken o bölümün yayýnlanmasýna izin verilmediði ya da yazarýnýn o bölümü ayrý bir kitap olarak yayýnlamayý uygun bulmuþ olabileceði” yazýlýyor. “Cengiz Han’a Küsen Bulut” adýný taþýyan romanýn, Gün Olur Asra Bedel’in tamamý olduðu ve adý geçen bu romanýn okunmadan Gün Olur Asra Bedel’in tam olarak okunmayacaðý” belirtiliyor. Gün Olur Asra Bedel “Elips Kitap” tarafýndan Ankara’da basýlmýþ olup 440 sayfa tutarýnda bir kitaptýr. Roman, adeta bir çizgi film edasýyla baþlýyor. En baþta aç bir tilkinin Kýrgýz bozkýrlarýnda bir tren yolunda yiyecek bir þeyler aramasý dikkatleri çekiyor. Tilki, romanýn henüz baþýnda adeta olaylarýn habercisi olarak veriliyor. Belki de romanda açlýðýn, sefaletin, mücadelenin temsilcisi olarak gösteriliyor. Tüm tehlikelere raðmen tilki trenden atýlacak bir yiyecek kýrýntýsý bulmak ümidiyle ne olursa olsun tren yolunu terk etmiyor. Tehlike anýnda biraz uzaklaþsa dahi biraz sonra tekrar tren yolunun yanýna geliyor. Çünkü baþka yiyecek bulma þansý yok. Er veya geç yiyecek bir þeyler bulabileceðini biliyor. Yaþayabilmek adýna tüm tehlikelere göðüs geriyor. Ýþte aslýnda romanýn giriþ tezi de bu: Ýnsanlarýn tüm zorluklara raðmen verdikleri yaþam mücadelesi… Önce romaný elinize aldýðýnýzda bir çocuk romaný zannediyorsunuz veya kahramaný bir tilki olan ve hayvanlar âlemini anlatan bir intak eser sanýyorsunuz. Ama deðil… Yazar, tilki ile tren yolunu o kadar güzel baðdaþtýrýyor ki eser sonunda yazarýn neden böyle bir tekniðe baþvurduðunu anlýyorsunuz. Roman, Kýrgýz bozkýrlarýnda bulunan, sadece birkaç ailenin yaþadýðý, onlarýn da burada iþçi olarak çalýþtýðý Sarý-Özek tren istasyonunda geçiyor. Olaylar, üçüncü þahýs kiþinin aðzýndan anlatýlýrken daha ziyade geriye dönüklerle veriliyor. Ýlahi bir bakýþ açýsý ile anlatýlmýþ. Anlatýcý her þeyi biliyor, görüyor ve anlatýyor. Her bölümün baþýnda ayný giriþ ibareleri yer alýyor: “Bu yerlerde trenler doðudan batýya, batýdan doðuya gider gelir… gider gelirdi… Bu yerlerde demiryolunun her iki yanýnda ýssýz, engin, sarý kumlu bozkýrlarýn özeði Sarý-Özek uzar giderdi. Coðrafyada uzaklýklar nasýl Greenwich meridyeninden baþlýyorsa, bu yerlerde de mesafeler demiryoluna göre hesaplanýrdý. Trenler ise doðudan batýya, batýdan doðuya gider gelir, gider gelirdi…” Romanýn kahramaný Rus Ordusunda savaþmýþ, yanýnda patlayan bir bombanýn etkisiyle yaralanmýþ ama kalýcý bir yarasý olmayan Yedigey adlý bir Kýrgýz Türküdür. O, aslýnda Aral Denizi yakýnlarýnda balýkçýlýk yapan bir gençti. Burada evlenmiþ, savaþ çýkýnca da cepheye gitmiþti. Aldýðý yaradan dolayý evine gönderilmiþti. Dönüþte çocuðunun öldüðünü öðrenmiþti. Sakattý. Bir iþ yapamýyordu. Ama hayat devam ediyordu. Çalýþmalýydý. Eþini de alýp iþ aramaya gitti. Ama kendisi gibi çok yaralý ve iþ arayan askerler vardý. Kendi daha þanslýydý. Çünkü eli ve ayaklarý tutuyordu. Eþi Ukubala her þeye raðmen kocasýnýn yanýnda idi ve onunla birlikte zorluklara göðüs geriyordu. Kocasýnýn kaldýðý yerde iþe o devam ediyordu. Ne iþ olsa yapýyorlardý. Çünkü geçinmek zorundaydýlar, yaþamak zorundaydýlar. Ýþte burada yazar, Türk kadýnýn Orta Asya’dan beri gelen manevi gücünü ortaya koyuyor. Türk kadýný, en zor þartlarda bile eþini býrakmayan, tüm zorluklara göðüs geren, daima eþinin yanýnda olan, çocuklarýna son derece yürekten baðlý müþfik bir anne, kocasýna sonsuz bir sevgi ile baðlanan örnek bir kadýn olarak veriliyor. Ayný özellikleri Dede Korkut Hikâyelerinde de görebiliyoruz. Deli Dumrul Hikâyesinde, anne ve babasýnýn bile oðullarýnýn yerine can veremediði, eþinin, kendisinin yerine can vermek istemesi gibi. “Ukubala isteseydi ailesinin yanýna gidebilirdi. Zaten o da bozkýr köylerinden gelmiþti. Kocasý askere gidince akrabalarý onu götürmek istemiþ “Bu sýkýntýlý yýllarý gel bizim aramýzda geçir” demiþlerdi. Yedigey, cepheden dönünce senin de Cangeldi’ye dönmene kimse engel olmaz”. Ama o kestirip atmýþtý. “Ben kocamý bekleyeceðim. Oðlumu yitirdim. Yedigey saðsalim dönüp geldiði zaman hiç olmazsa karýsýný býraktýðý yerde bulmalýdýr. (s.80) “Bu ümitle bahar gelince yola çýktýlar. Gençtiler, onlarý köye baðlayan pek bir þey kalmamýþtý. Ýlk günler o istasyondan bu istasyona giderek oralarda gecelediler. Ama hiç uygun bir iþ bulunmuyordu. Hele yatacak yer bulmak çok zordu. Bulduklarý yerde gecelediler. Ne iþ olursa yaparak günü gününe geçimini çýkardýlar. O günlerde iþin çoðunu Ukubala yapýyordu, çünkü genç ve saðlýklý idi. Dýþtan güçlü bir adam görünen Yedigey, yükleme-boþaltma iþlerini alýyordu ama bu iþleri onun yerine daha çok Ukubala yapýyordu. (s.81) Kader onlarý bir gün Sarý Özek denilen bir bozkýr tren istasyonuna atmýþtý. Kazangap adýnda biriyle tanýþmýþlar ve onun teþvikiyle de buraya gelip çalýþmaya baþlamýþlardý. Hayatlarý düzene giriyordu böylece. Varsýn zor olsundu, varsýn güç olsundu. Onlar ekmeðin bir ucundan tutmuþlardý nasýl olsa. Sarý-Özek denilen yerden de hiç ayrýlmaya niyetleri olmamýþtý. Tüm bu olaylar daha romanýn baþlamasýndan itibaren hep geriye dönük olarak veriliyor. Aslýnda roman bir ölüm haberi ile baþlýyor. Yedigey’in karýsý Ukubala, eþinin can dostu olan Kazangap’ýn ölüm haberini getiriyor. Sarý Özek’teki tüm sakinler Kazangap’ýn ölümü üzerine ayaklanýyor. Ona karþý olan son görevlerini yerine getirmek için toplanýyorlar. Onun vasiyeti üzerine onu Ana-Beyit mezarlýðýna gömeceklerdir. Çünkü Kazangap hatýrý sayýlýr bir dosttur. Ona yakýþan bir þekilde hareket edilecektir. Vasiyetine uyulacaktýr. Oysa burasý hem uzaktýr hem de artýk yasaklanmýþ bölgedir. Ama onlar bunu sonra öðreneceklerdir Kazangap’ýn uzakta yaþayan çocuklarý da haberdar edilir. Oðlu Sabitcan vefasýz biridir. Yatýlý okulda okumuþtur. Kendini hep önemli biriymiþ gibi göstermeye çalýþan bir tiptir. Çok konuþmaktadýr. Palavralarý ile insanlarýn canlarýný sýkar. Kýzý ise bir ayyaþla evlidir. Cenaze törenine gelmek istememelerine raðmen gelirler. Ama yabancý birileri imiþ gibi davranýrlar. Gelenekler görenekler onlar için önemli deðildir. Böylece yazar ortaya kültür çatýþmasýný ortaya koymuþtur. Yeni gelen neslin eski nesille çatýþtýðýný veya kendi kültürü içinde yetiþmeyen Kazaklarýn gelenek ve göreneklerine yabancý kaldýklarýný anlatmaya çalýþmýþtýr. Buradan da insanýn kültürüne, gelenek ve göreneklerine, adetlerine sahip çýkmasý gerektiði mesajýný vermiþtir. Romanda geçen zaman, aslýnda bu cenazeyi Sarý-Özek’ten Ana Beyit Mezarlýðý’na götürme zamaný kadardýr. Ama tüm olaylar Yedigey’in bu yolculuk sýrasýnda düþünceleriyle geriye dönüþlerle verilir. O, giderken biricik dostu olan Kazangap’ý düþünmektedir. Onunla yaþadýðý olaylar zihninden bir bir geçmektedir. Bunlarý düþünürken de farklý olaylarý da anýmsamaktadýr. Ýþte Aytmatov, kendine has üslupla bütün bu olaylarý birleþtirir “Kumbel Ýstasyonu’nda, kömür boþaltma iþiyle uðraþýp didindikleri bir gün kömür deposunun bulunduðu avluya, deveye binmiþ bir Kazak geldi. Görünüþe göre iþ için gelmiþti buraya. Adam devesini köstekleyip otlaða saldýktan sonra, çevresine dalgýn dalgýn bakýndý. Koltuðunda boþ bir çuval vardý. Yedigey’e sokularak: _Kardaþ, dedi, rica etsem, þu deveye biraz göz-kulak olur musun? Çocuklarýn hayvanlarý kýzdýrmak ya da dövmek gibi kötü huylarý vardýr. Kösteðini de çözerler eðlence olsun diye. Ben biraz sonra dönerim. (s. 83)” Ýþte Yediyey ile Kazangap’ýn dostluðu böyle baþlamýþtý. Yedigey kendine emanet edilen deveye gözü gibi bakmýþtý. Biraz sonra devenin yanýna gelen çocuklarý kovalamýþ, onlarýn yaramazlýk yapmalarýna izin vermemiþti. Kazangap da bunu görünce Yedigey’e güven duymuþ ve ýsýnmýþtý. Ona kendi bölgesindeki küçük tren istasyonunda iþçi olarak çalýþmasýný önermiþti. Bundan sonra düzenli bir iþi olacaktý. Beðenmezse istediði zaman çekip gidebilirdi. Yedigey kabul etmiþti bu teklifi. Onlar için yeni bir hayat demekti bu. Sarý Özek’e gitmiþ ve orada çalýþmaya baþlamýþtý. Bu, öyle bir çalýþmaydý ki bir daha buradan hiç ayrýlamayacaklardý. Adeta buraya kök salacaklardý. Ýþte bu Kazangap da onun can dostu, biricik arkadaþý olacaktý. Böylece Yedigey karýsýyla birlikte çileli, zor ama yeni bir hayata “Merhaba” demiþlerdi. Sarý Özek Ýstasyonu’nun bulunduðu bölge Rus Uzay Ýstasyonu Bölgesi’ne yakýn bir bölgedir. Bu nedenle romanda uzay ile ilgili Rusya ve Amerika’nýn ortaklaþa yaptýklarý çalýþmalara da yer veriliyor. Bunlar ikinci planda gösterilirken roman sonunda konu ile iliþki kurduruluyor. Rusya ve Amerika, ortak bir çalýþma yapmaktadýr. Ýki kozmonot uzaya gönderilir. Bunlar, baþka bir gezegenden sinyaller alarak insana benzeyen yaratýklarla temasa geçerler. Bu, dünya için önemli bir buluþtur. Çünkü uzayda sadece bizim olmadýðýmýzýn düþünceleri verilmektedir. Yazýldýðý döneme göre hayli ileride olan bu düþünceler, Aytmatov’un düþünce alanýnýn ve hayal dünyasýnýn ne kadar geniþ olduðunun bir göstergesi olarak ele alýnabilir. Roman sonunda mezarlýðýn yakýnda olan bu uzay istasyonu askeri yasak bölgedir. Bu nedenle cenaze alayýna geçiþ izini verilmez. Dolayýsý ile kendileri için çok anlamlý olan bu mezara cenazelerini gömemezler. Küçük düþmemeleri için de o bölgedeki bir vadiye gömeceklerdir. Çünkü onlarýn geleneklerine göre gömülmeye götürülen bir cenazenin gömülmeden gelmesi çok ayýp ve utanç verici bir durumdur. Burada yazar, cenaze gömme adet ve geleneklerini de en ayrýntýlý biçimde vermektedir. Böylece geleneði ileriki nesillere aktararak devam ettirmek istemiþtir. Romanýn ikinci planda kalan önemli kahramanlarý da Abutalip Kuttubayev, karýsý Zarife ve çocuklarýdýr. Abutalip Kuttabayev savaþa katýlmýþ ve savaþta Almanlara esir düþmüþ bir öðretmendir. Oysa o zamanlar Rusya’sýnda esir düþmek halk tarafýndan çok ayýp, aþaðýlanma olarak karþýlanmaktadýr. Çünkü askerlere esir düþmek yasak edilmiþtir. Esir düþen asker kendini öldürmelidir. Dolayýsýyla Abutalip bunu yapmamýþtýr. Emirlere karþý gelmiþtir. Bundan baþka esir kampýndan kaçmýþ kendini Yugoslav partizanlarýnýn arasýnda bulmuþtur. Onlarla birlikte savaþmýþ, sonra vurulup yaralanmýþtýr. Bunlardan dolayý gittiði her yerde bu olaylar karþýlarýna çýkmýþ sýkýntý çekmiþtir. Öðrencilerinden bile bunu yüzüne vuranlar olmuþtur. Okul idaresi de onu uzaklaþtýrmak zorunda kaldýðýndan kaderin cilvesiyle Sarý Özek’e istasyon iþçisi olarak gelmiþlerdir. Çünkü açlýk insana her iþi yaptýrýr: “Ön tarafta oturan öðrencilerden biri, sert bir hareketle doðrulup parmak kaldýrdý ve onun sözünü kesti: -Öðretmen, demek ki siz Almanlara esir oldunuz? Böyle diyen öðrenci, sert, soðuk bakýþlarýný öðretmene dikmiþti. Ayakta, Hazýr ol duruþunda dikilen genç, baþýný hafifçe arkaya atmýþtý. -Evet, ne olmuþ esir düþmüþsem? - Niçin beyninize bir kurþun sýkýp kendinizi öldürmediniz? -Niçin öldürecekmiþim kendimi? Yaralýydým zaten. -Düþmana tutsak olmak yasaktý, kesin emir verilmiþti bu konuda (s135-136)” Abutalip karýsý Zarife ile birlikte çok çalýþýyordu. Boþ zamanlarýnda ise kendi çocuklarýna ve Yedigey’in çocuklarýna okuma yazma öðretiyordu. Çocuklarý geleceðe hazýrlamak onlarýn kusursuz yetiþmelerini saðlamak istiyordu. Çocuklar yatýnca da pencere kenarýnda lambanýn ýþýðýnda masaya oturuyor ve baþýndan geçen anýlarýný yazýyordu. Bundaki tek amacý ise yaþadýklarýnýn unutulmamasý, çocuklarýna bir miras býrakmasý idi. Anýlarý arasýnda da kendi kültürlerini, masallarý, þiirleri, türküleri yazýyordu. Bunlarýn unutulmamasýný, geleceðe kültür mirasý olarak kalmasýný istiyordu. Bir gün Sarý Özek’e bir müfettiþ geldi. Abutalip’i böyle görünce þüphelendi. Onun hakkýnda bilgiler edindi. Gittikten birkaç gün sonra da trenle üç müfettiþ geldi. Onu sorgulayýp tutukladýlar. Olmadýk þeylerle suçladýlar. Trene bindirip götürdüler. Ve Abutalip bir daha hiç dönmedi. Çocuklarý baba hasreti ile yanýp tutuþtular. Her gelen trende babalarýnýn geldiðini zannederek trene koþtular. Zarife de boþ yere yollarýný gözledi. Onun öldüðünü bir mektupla bildirdiler. Karýsý yýkýldý. Ýki çocukla birlikte buralarda ne yapacaktý? Nasýl yaþayacaktý? Romanýn bu bölümünden sonra duygusal anlar yaþanýyor. Aytmatov aþk olayýný romanýn ikinci konusu haline getiriyor. Yedigey, Zarife ve çocuklarýyla aþýrý derecede ilgileniyor. Aslýnda bu ilgi onun Zarife’ye karþý duyduðu gizli aþktan ileri geliyor. Zaman geçtikçe Yedigey’in duygularý Zarife’ye karþý oldukça deðiþiyor ve ona büyük bir aþk derecesinde baðlanýyor. Ama Yedigey evlidir. Eþi Ukubala’yý da çok sevmektedir. Onu da terk edememektedir. Ýki ateþ arasýnda kalýr. Zarife’yi de düþünmeden edememektedir. Düþüncelerini Zarife’ye asla söylemez. Söyleyemez. Birkaç defa ona açýklamak istese dahi buna cesaret edemez. Artýk düþünceleri varsa yoksa Zarife’dir: “Yedigey kendi kendine, birçok defa Zarife’ye açýlmaya, onu nasýl sevdiðini, onun bütün sýkýntýlarýný paylaþmaya, güçlüklerini üzerine almaya hazýr olduðunu söylemeye, artýk onlardan ayrý yaþamayý düþünmediðini açýklamaya niyet etmiþ, karar vermiþti. Ama nasýl yapacaktý bunu? Bunu yapsa bile Zarife onu anlayabilecek miydi? Onun baþýnda dert yokmuþ gibi bunca felaketin altýnda ezilmesi yetmiyormuþ gibi bir de onun aþk duygularýyla mý uðraþacaktý? O durumda bulunan bir kadýna bunlarý söylemesi neye yarardý? ( s287)” Zarife, Yedigey’in kendisine olan sevgisini bilmiyor muydu veya anlamýyor muydu? Üniversite yýllarýmda sýnýf arkadaþým olan Mustafa Altunok bir gün bana þöyle demiþti: “Dünyada sevildiðini bilmeyen kadýn yoktur. Sen ona sevdiðini söylemesen dahi O, bunu anlar. Hal ve hareketlerinden, konuþmalarýndan, sesinin titremesinden onlar bunu bilir, bunu görür. Sen bunu istediðin kadar gizli tut, sakla. O giz, saklý kalmaz” Romanýn sayfalarýnda ilerledikçe bu sözün doðru olduðunu anladým. Mustafa Altunok’a bir kez daha hak verdim. Zarife de kendisine karþý duyulan bu aþký anlar. Yedigey’in evden kaçan çapkýn devesini diðer istasyondan getirmek için gitmesini fýrsat bilen Zarife ansýzýn karar verip, Kazangap’tan yardým isteyerek Sarý-Özek’i terk eder. Yazar, bundan önce de Zarife’nin, Yedigey’in duygularýný bildiðine dair bir ipucu veriyor okuyucuya. Zarife, yola çýkan Yedigey’e kendi iþlediði bir atký biçimindeki þapkayý çocuðuyla gönderiyor. Yedigey için bu hediye büyük anlam taþýyor. Kafasýnda “Acaba?” sorusu oluþuyor. Zarife’den ilk defa bir hediye alýyor. Demek Zarife onu düþünmüþtü. Bu bile büyük bir geliþmeydi onun için. Zarife’yi düþünerek yola çýkýyor. Hayaller kuruyor. Ama dönüþte büyük hayal kýrýklýðýna uðruyor. Çünkü Zarife’nin çocuklarýný alýp bir trenle bilinmeyen bir yere gittiðini öðreniyor. Dünyasý yýkýlýyor. Acýlar çekiyor. Baþýna çok iþler açan devesi Karanar’ý dövüyor. Baðýrýp çaðýrýyor. Öfkesini bir türlü yenemiyor. Kazangap ile konuþmasýndan da durumu onun ve eþinin de bildiðini anlýyoruz: “-Bak, beni iyi dinle! Olaya bu açýdan baktýðýna göre yalnýz bizim için deðil, Zarife için de kötü düþündüðün anlaþýlýyor. Bu kadýn senin gibi akýlsýzlýk etmediði için Tanrý’ya þükretmelisin. Senin kafanla hareket etseydi bu iþin sonu nereye varýrdý? Bunu düþündün mü hiç? Ama o düþündü. Daha vakit varken, iþ iþten geçmeden, gitmeye karar verdi. Gitmesi için benden yardým isteyince yardým ettim elbet. Giderken kendisinin ve karýnýn onuruna gölge düþürecek tek söz söylemedi. Birbirleriyle dostça vedalaþýp ayrýldýlar. Seni büyük bir felaketten kurtardýklarý için ayaklarýna kapanýp teþekkür etmen gerekirdi. (s.344)” Romanda Abutalip’in nasýl öldüðü yazýlmýyor. Bu, bölümden çýkarýlmýþ. Yukarýda da belirttiðimiz gibi yazar bunu “Cengiz Han’a Küsen Bulut” adlý romanýnda anlatmaktadýr. Öyle anlaþýlýyor ki burada yazar dönemin Sovyetler Birliði’nin bazý gerçeklerini ortaya koyuyor. Bunu anlamak için de adý geçen eseri okumak gerekiyor. Romanda silik kiþilik olarak bir de Yelizarov’dan söz ediliyor. Yelizarov araþtýrmacý bir bilim adamýdýr. Buralara araþtýrmalar yapmak için gelmiþtir. Yedigey’in evinde misafir olmuþtur. Bu vesile ile onunla birçok sohbetler etmiþtir. Ondan birçok hikâye ve efsane öðrenmiþtir. Ýþte mezarlýk yolculuðu anýnda Yelizarov’un anlattýðý bir efsane aklýna gelir. Sarý Özek’i iþgal eden Juan-Juanlar tutsaklara korkunç iþkenceler yaparmýþ. Bazen de onlarý komþu ülkelere köle olarak satarlarmýþ. Satýlanlar þanslý sayýlýrlarmýþ. Çünkü bunlar bazen fýrsat bilip kaçarlarmýþ. Asýl iþkenceyi genç ve güçlü olduklarý için satmadýklarý esirlere yaparlarmýþ. Önce esirin baþýný kazýr, saçlarý tek tek kökünden çýkarýrlarmýþ. Bunu yaparken usta bir kasap oracýkta bir deveyi yatýrýp keser, derisini yüzermiþ. Derinin en kalýn yeri boyun kýsmý imiþ ve oradan baþlarmýþ yüzmeye. Sonra bu deriyi parçalara ayýrýr, taze taze, esirin kan içinde olan kazýnmýþ baþýna sýmsýký sararlarmýþ. Böylece sarýlan deri, bugün yüzücülerin kullandýðý kauçuk baþlýða benzermiþ. Böyle bir iþkenceye maruz kalan tutsak ya acýlar içinde kývranarak ölür ya da hafýzasýný tamamen yitiren, ölünceye kadar geçmiþini hatýrlamayan bir mankurt, yani geçmiþini bilmeyen bir köle olurmuþ. Bundan sonra, deri geçirilen tutsaðýn boynuna, baþýný yere sürtmesin diye, bir kütük ya da bir tahta kalýp baðlar, yürek parçalayan çýðlýklarý duyulmasýn diye uzak, ýssýz bir yere götürürler, elleri, ayaklarý baðlý aç, susuz, yakan güneþin altýnda öylece birkaç gün býrakýrlarmýþ. Baþlarýna da nöbetçiler dikerlermiþ. Juan Juanlarýn bir tutsaðý mankurt yaptýðý duylursa artýk onu en yakýnlarý dahi zorla veya fidye vererek kurtarmak istemezlermiþ. Çünkü bir mankurt, eski vücuduna saman doldurulmuþ bir korkuluktan, bir mankenden farksýz olurmuþ onlar için. Bununla birlikte Nayman Ana hikâyesi veriliyor. Nayman Ana adlý bir kadýnýn yiðit güçlü oðlu da mankurt edilmiþ. Kadýn ne olursa olsun oðlunu kurtarýp kaçýrmak istermiþ. Ama bir türlü izini bulamazmýþ. Öldüðünü dahi söyleyenler olmuþ. Bir gün bir kervandan çoban bir mankurt gördüklerini duymuþ. Anlatýlanlar oðluna benziyormuþ. Kadýn hemen devesine atlayýp söylenilen yere gitmiþ. Oðlunu görmüþ. Ama oðlu anasýný tanýmamýþ. Çünkü hafýzasý bomboþ imiþ. Kadýn kendisinin anasý olduðunu babasýnýn adýnýn Dönenbay olduðunu söylemiþ. Fakat oðlu hiç hatýrlayamamýþ. Biraz sonra Juan Juanlardan birkaç kiþi gelmiþ. Kadýn kaçmýþ Kadýný görmüþler yakalayamamýþlar. Çocuðu çok dövmüþler. Kadýnýn yalancý olduðunu, hýrsýz olduðunu onunla bir daha görüþmemesi gerektiðini söylemiþler. Kadýn ertesi gün yine gelmiþ. Oðlu elindeki oku kadýna doðrultmuþ. Kadýn “Yapma ben senin ananým” demiþ. Ama çocuk dinlemeyerek oku çekmiþ ve anasýný öldürmüþ. Yine roman sonlarýnda Aytmatov o yörelere has Raymalý Aga Efsanesini anlatýr. Raymalý Aga kendi bölgesinde çok tanýnmýþ bir ozandýr. Daha küçük yaþta ün kazanmýþtýr. Güftesini kendi yazar, bestesini kendi yapar ve hem çalar hem söylermiþ. “Bütün ömrünü at sýrtýnda tambur çalarak geçirmiþti. Yaþlandý. O zamana kadar hiçbir þeyi olmadý. Bu nedenle kardeþi Abdilhan onu yanýna aldý. Çadýr verdi. Ama ona artýk aklýný baþýna almasýný evinde oturmasýný söyledi. Raymalý Aga bir gün bir eðlencede otururken genç bir kýz çýktý. Ona þiirlerle meydan okudu. Yýllardýr onun türküleriyle yetiþtiðini, ona âþýk olduðunu, onunla evlenmek istediðini söyledi. Karþýlýklý atýþtýlar. Bir o söyledi, bir bu. Görülmemiþ bir güzellik çýkmýþtý ortaya. Ýzleyenler hayran kalmýþtý. Türküleri dilden dile dolanmýþtý. Ýki gün sonraki bir eðlencede bir araya gelip kozlarýný paylaþacaklardý. Büyük bir aþk ortaya çýkmýþtý. Kýz çok genç iken Raymalý Aða atmýþýn üzerindeydi. Akrabalarý bunu kabul edemediler. Kardeþine þikâyette bulundular. Kardeþi de tüm akrabalarýn önünde ondan vazgeçmesini bir daha kendilerini býrakýp gitmemesini istedi. Her þeye yasak getirdi. Raymalý Aga bunun üzerine her þeyi býrakýp gitmek istedi. Ama kardeþi onun gitmemesi için atýnýn eðerini parçaladý. Hýrsýný alamayarak atýný da boðazlayarak öldürdü. Her þeye raðmen gitmek isteyen kardeþini yakalayýp bir aðaca baðladý. Orada günlerce baðlý kaldý. Bu da Raymalý Aga için aþaðýlayýcý bir durumdu. Söylediði türküler dilden dile ulaþtý.” Böylece yazar, aþkýn, sevdanýn engel tanýmayacaðýný, yaþ farkýnýn hiç önemli olmadýðýný anlatýyordu. Ýnsan olanýn baþýndan mutlaka böyle olaylar geçiyordur. Aþkla yaþamak, sevgi ile kalmak insana bambaþka bir deðer veriyor. Aþk, insana ölümü bile güzel gösteriyor. Ýþte Aytmatov aþkýn, sevginin gücünü romanýndan eksik etmiyor. Böylece romanýna apayrý bir lezzet katýyor. Romanýn sonlarýna doðru Sovyetlerdeki deðiþikliklerden söz ediliyor. Sistemin deðiþmesinden dolayý Yedigey Abutalip’in temize çýkmasý, hiç deðilse bundan sonra çocuklarýnýn rahat yaþamasý için ,Alma Ata’ya Yelizarov’un yanýn a gider. Dosyanýn yeniden açýlmasýný saðlarlar. Yedigey daha sonra Yelizarov’dan aldýðý bir mektupta temize çýktýðýný Zarife’nin yeniden evlendiðini ve öðretmenliðe baþladýðýný öðrenir. Böylece Zarife ile ilgili mutlu sona eriþiliyor ve kafalardaki tüm sorular cevap buluyor. Romanýn son bölümünde ise mezarlýða yaklaþmalarýna raðmen önlerine çýkan engel nedeniyle cenazeyi gömemiyorlar. Mezarlýk Rus askeri bölgesinin içinde kalmýþtýr. Her þeye yasak konulmuþtur. Bu nedenle tel örgüyü geçip cenazeyi mezarlýða gömmek yasaktýr. Artýk Sarý Özekliler, gerçekle karþý karþýyadýrlar. Yedigey, tüm düþüncelerinden sýyrýlýr. Þu kýsa yolculukta neler neler zihninden geçmiþtir oysa. Romanda geriye dönükler biter. Gerçekler tüm çýplaklýðý ile karþýsýndadýr. Yedigey, gerçek dost bildiði Kazangap’ýn cenazesini onun vasiyeti olduðu için geri götürmek istemez. Ve hemen oradaki vadiye bir mezar kazarak kurallara göre gömer. Böylece hem dostunun isteðini yerine getirecektir hem de gömmek için getirdiði cenazeyi köye geri götürmemiþ olacaktýr. Gerek anlatýmýyla, gerekse ele alýnan konusuyla “Gün Olur Asra Bedel” gerçek bir baþyapýt. Ölümsüz bir eser. Her Türk gencinin, her roman okuyucusunun mutlaka okumasý gerektiðine inandýðým, kütüphanelerinde bulundurmasý gerektiðine inandýðým bir roman. Böyle bir eseri edebiyat dünyasýna kazandýrdýðý için Cengiz Aytmatov’a teþekkürleri bir borç biliyorum. O sonsuza dek hep içimizde yaþayacak. Onun yaþadýðý bozkýrlar hep gözlerimizin önünde bir cennet bahçesi gibi duracak… Turnalar Dergisi – 2009 Trakya Güncel - 2010
ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.
|
|
| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk | Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim
Yapým, 2024 | © Hakan Yozcu, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr. Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz. |