Yaşama karşı sımsıcak bir sevgi besliyorum... -Dostoyevski |
|
||||||||||
|
Neden birbirimize tahammül edemiyoruz; varsın az olsun da, yeter ki sadece benim olsun mantığını aşamadıysak, demek ki, hâla bir yerlerde sıkıntı/lar vardır. Bu sıkıntı/lar, galiba sistemin bize empoze ettiği hediyesi olmalı; “Cumhuriyet” adı altında kurulan rejimde, önce “cumhur”un rolünü öldürdüler; sonra cumhur adına hep tek “şef”ler olarak konuştular. Tek şef, tek parti, tek millet, tek bayrak, tek devlet vs.”tek” lerle tek(me)lendik, ezildik, büzüldük, dipçik ve jop zoruyla “tek” sıraya dizildik. Dizildik de ne oldu; “mutlu” olduk mu; hayır!.. El alem, bilgi çağında, bilgi dünyasını GHz hızıyla turlarken, bizler, hâla, halkları sürü yerine koyup, kendimizi de, onlara, eli sopalı çoban sayıyoruz. Hala ne çobanmışız da, gelişme gösteremeyip “çoban” kalmışız. Ancak, halklar, artık sürü değildir; hiçbir “çoban” kendini kandırmasın, halklar, uyanmış ve her şeyi, her ortamda, ya görsel medyadan veya internetten takip edebiliyor, gelişmeleri izleyebiliyorlar. Dünyanın neresinde neler oluyor, niçin oluyor; sorunların çözümü nedir, nasıl oluyor, hızla öğrenebiliyor. Halklar, hızlı gelişen bu çağda, kendilerini hızla geliştirebiliyorlar; geride kalanlar sadece kendisini “çoban” sananlar oluyorlar. Hala, tek şef, tek parti, tek dil ve tek bayrak ile kendilerini avutanlar, çağı geriden seyredip “tek”liyorlar!.. Peki, daha ne zamana kadar? Onlar, ödenmiş bu kadar bedel ve taşınan bunca vebalın ağırlığının farkındalar mı acaba? Kimi koltuk derdinde, kimi de sadece kendi canı derdinde oluyor; ya acılar içinde kıvranan halklara çektirdikleri/çektirttikleri sancılar umurlarında mıdır? Halklar, artık yeter, deseler, nereye kaçabileceksiniz, hiç düşünebildiniz mi? Artık bu yanlış hesabı terk edin ve hesaplarınızı düzeltin; halklarla barışın ki, kendinizle de barışık olabilesiniz. Yoksa, çağımızda devrilmekte olan “domino” taşlarından biri de siz olursunuz! Cumhuriyetin “tek”çileri gibi, Kürt tarafında da türevleri vardır ne yazık ki!.. Bunun hikmeti nedir; niçin bizde de bu böyledir, tarafsız araştırmacıların üzerinde durması gereken (tezlik) bir konudur. Gerek “sol” tandanslı ve gerek “dinci” tandanslı olan örgütler, kendi alanlarında, kendilerine rakip kabul etmedikleri gibi, eleştiriye de tahammülleri yoktur. Özeleştiri, diye bir öz değerleri de yoktur. Kürt “tek”çileri de, ne yazık ki, devletten, kendileri için militanca “demokrasi” isterlerken, insan hakları açısından en keskin sloganları kendilerince üretirlerken ve bu yönde bütün halk kesimlerinden de kendilerine destek isteyebiliyorlarken; ancak ne örgüt içi ve ne kendilerini destekleyen halka zerre kadar demokratik bir hak lütfetmezler. Onlardan, gelecek eleştirilere tahammül etmedikleri gibi, kendilerinden, kendilerine mutlak itaat etmelerini isteyebiliyorlar hâla!.. Bu ne yaman çelişkidir ki, çağın gerçeklerine sırtlarını çevirip de, bu bilgi çağında, nasıl bu kadar pişkin olabiliyorlar? Bu “çoban”lar, halkı ne sanıyorlar? Sürü mü?! Bir din hocası, kendi vaazına kendisi uymuyorsa, lütfen boşuna vaaz etmesin; yaptığıyla, sadece zaman kaybı yapar, etkili olamaz. Ne zaman ki, söylediklerini, kendi nefsinde yaşatabilirse; o söylemlerini, başkalarıyla da paylaşabilecek duruma gelecek ve söylemleri insana etki yapabilecektir ve o din hocası, o zaman topluma faydalı biri olabilecektir. Bir siyasetçi, yapamayacağı bir şeyi halka vaad etmesin; kaldıramayacağı bir sorumluluğu üstlenemeyecekse, halkların karşısında boş iddialarda bulunmasın. Böyle bir siyasetin adı yalan olur, dolan olur; kimse de buna inanmaz.. Menfaat üzerinde dönen siyasete veya yalana dolana oturtulmuş boş vaadlere, kim, niçin inansın veya güvensin ki? Siyasetçi, sistemi doğru tahlil etmelidir, doğru yorumlamalıdır; sisteme rağmen, tek başına veya halkla birlikte neler yapabilecekse (ya da neyi, neden yapamayacaksa) onu, net olarak ve dosdoğru dile getirebilmelidir. “Başkan”larının (yanlışlarına da onay verecek kadar) emir kölesi olacaklarına; halkların ve seçmenlerinin birer avukatı olsunlar.. Ya da, bize “siyaset”(!) yapmasınlar!.. Bir devrimci, düzene köklü değişiklikler dayatmadan önce ve bu uğurda halka çağrı yapmadan ve onları, kendileriyle birlikte telef etmeğe kalkmadan önce; kendi nefsinde devrim yapmalıdır, içindeki egoist tabularını yıkmalıdır. Kendi içinde, çıkarcılık, kariyeristlik, egoistlik, bağnazlık, kıskançlık, kin ve nefreti öldürmelidir ki, gerçekten devrimci olabildiğini kanıtlamalıdır ki, halka giderken de inandırıcı olabilsin.. Yoksa, bu yolda çook çamlar devirecektir.. O çamlar ki, her biri anaların kınalı kuzusudur!.. Yazıktır. Bir demokrat, demokrasi mücadelesini savlarken, insan hak ve özgürlüklerini isterken; önce kendi içinde demokrasinin ve demokratlığın tohumlarını yeşertmelidir. Kendi ailesi içinde ve çevresine karşı önce kendisi demokrat olmalıdır ve çevresindekilerin hakkını, hukukunu tanımalıdır. Eleştiriye tahammül etmelidir; gerektiğinde öz eleştiriye de hazır olabilmelidir. Kendini düzeltemeyen, başkalarından düzenlilik isteyemez; aksi durumda inandırıcılığını yitirecektir. Başkalarına özgürlük tanımayanların kendileri de özgür olamayacağı gibi, hiçbir konuda bir başkasından özgürlük talebinde de bulunamazlar; çünkü istediği özgürlükleri kendileri hak etmiş olmazlar. Örneğin, sokakta, kadın hakları, diye slogan atıp, eve döndüğünde hanımına karşı saygısız ve erkek egemenlikli bir despot olan, bir erkeğe demokrat denebilir mi? Unutmayalım ki, demokrasi adına istediğimiz özgürlüğü, demokratik duruşu, barış ve huzuru önce evimizden başlatmalıyız. Dilimizle tek değil, yüreğimizle de demokrat olabilmeliyiz. Bir milliyetçi, eğer kendi milletini diğer dünya milletleri kadar çağdaş ve eşit görmek istemiyorsa; diğer milletlerin hak ettikleri en doğal hakları, kendi milletine çok görüyorsa ve istemiyorsa, bu kişiye asla güven olamaz. Böyle bir kişiden ne milliyetçi, ne de yurtsever çıkabilir; demek ki kendi egoizmini tatmin için, sadece kendi canı derdine düşmüş olarak, kendi şahsına çıkar ve kazanımlar elde edebilmek için bu terimleri ikiyüzlüce ve hoyratça kullanıyordur. Gerçek anlamda milliyetçi olan, milleti için kendinden fedakârlıkta bulunur, milleti için her şeyin en güzelini savunur; önce milletin geleceğini düşünür ve kendi geleceğini, kendi milletinin çıkarıyla çakışmayacak şekilde düzenler, ayarlar ve buna göre davranır. Gerçek bir milliyetçi, kendi milleti için, en uygar devlet biçimini, insan hak ve özgürlüklerini merkezine alan en demokratik yönetim biçimini, en saygın bayrağı, en çağdaş, en aydın, en zengin ve en onurlu bir yaşam düzeyini, kendi milletine layık görmelidir ve bunun için tüm gücünü seferber edip, çaba göstermelidir. Bu söylemlerin dışına taşan bir milliyetçilik, ya hedefsiz ve herkesçe kullanılabilir bir ırkçılık veya şahsi çıkarları gölgeleyen bir maske olabilir ancak. Bundan da sakınmalıyız. Sonuç olarak, bir insan, vatandaş ve birey olarak, tüm güzelliklere önce kendi yüreğimizde yer vermeliyiz; sonra kendi dışımızdaki herkesin varlığına ve eleştirilerine bu yönde tahammül göstermeliyiz. Kendimiz için istediğimizi, çevremizdekilere de isteyebilmeliyiz. Neyi hak ediyorsak ve hangi hakları elde etmek istiyorsak, bu haklardan, dışımızdaki herkesin de hakkı olması gerektiğini kendi özümüzde kabul etmeliyiz ve sonra bunu, kendi dışımızda da bilince çıkarmalıyız. Kendilerine, fikir ve ilkelerine güveni olmayanlar, tahammülsüz olurlar; çünkü gelecek kaygı ve endişesi içine düşmekteler. Çünkü ilkelerinin, yalanlar üzerinde; fikirlerinin de çürük temellere dayalı olduğuna, dolayısıyla gerçeklere tahammül gösterirse, her şeyin olacağına varacağına ve bunun da kendi kariyerlerinin sonunu getireceğine inanıyorlar. Oysa korkunun, ecele faydası yoktur. Tarih ve zaman, doğal seyrinde akışını acımasızca sürdürecektir; tüm gerçekler, tüm çıplaklığıyla su yüzüne çıkacak ve mutlaka her şey olacağına varacaktır. Doğruyu, doğru yaşayanlar ve doğruyu savunanlar, tarihin akışıyla uyumlu olarak, sancısız bir şekilde geleceğe doğru hızla yol alacaktır; yanlış yapanlar ve bu yanlışlarında ısrar edenler ise, tarihin, sadece ileriye doğru çalışan çarklarının dişlilerine kapılıp, öğütülerek tarih çöplüğüne atılmak üzere, süreç içinde temizlenecektir. Oysa, biliyoruz ki, insanca yaşam ve gerçek demokrasi, herkese lazım ve olması da gereklidir. Selam ve sevgiyle kalın. M.Nazım Güler info@mnazim.com http://www.mnazim.com/konu-tahammulsuzluk-gelecek-korkusundandir-867.html
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © M.Nazım Güler, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |