• İzEdebiyat > Roman > 1. Bölüm |
201
|
|
|
|
On birinci gün hava kararmak üzere, beni dövmek için dışarı çıkarmak istediler, yere yatıp direndim. Kayışı çektiler, çektiler... Neredeyse boynum kırılacaktı. Dışarı zorla da olsa çıkardılar. |
|
202
|
|
|
|
Hava sıcak. Ağaçların yola düşen kısa gölgelerinden pek faydalanamadığım için kanter içinde kaldım. Yılan-çıyan çıkacak diye endişeleniyorum; vahşi yırtıcı hayvan çıkma ihtimalini ise aklıma bile getirmemeye çalışıyorum. |
|
203
|
|
|
|
Aslında kişi zorlu geçen bir süreçten sonra bu “ben”i bulur. Çok kişi bulduğunu fark etmez. Bazıları da bulduğu “ben”in mi yoksa önceki “ben”in mi gerçek kişiliği olduğunu sorar kendine. Hatta tekrar bir başka kişilik, bir başka “ben” aramaya başlar. İnsanın ruhsal yaşamı oldukça karmaşıktır, fizik olaylarda olduğu gibi her zaman aynı nedenler ruhsal yaşamda aynı sonuçları meydana getirmeyebilir. Bazen bir insanı severiz, bazen aynı insandan nefret ederiz, bir bakarsın gün gelir aynı insanı tekrar sevmeye başlayabiliriz. Bütün bu tepkiler aynı kişiye ait değil mi? Pekiyi öyleyse bunların hangisi gerçek? Belki de hepsi... |
|
204
|
|
|
|
Benimkiyle bu dünya birbirinden çok farklı. Şu dünya iyi ya da bu dünya kötü, demiyorum. İkisi de iyi veya ikisi de kötü olabilir. |
|
205
|
|
|
|
Cisr-i Mustafa Paşa Kazâsı'na geldik. Burada Meriç nehri üzerindeki Sadrazam Çoban Mustafa Paşa'nın, Mimar Sinan'a yaptırdığı yirmi gözlü uzun bir köprüden geçerek, biraz sonra Yunan toprağına girdik.Yunanlıların nasıl davranacaklarını bilmediğimizden biraz gergindik. |
|
206
|
|
|
|
Yol kenarında insan cesetleri görünce önce şaşırdık, sonra sık sık cesetlerle karşılaşınca buna da alıştık. Demek ki göçen bu insanların o kadar acelesi vardı ki, ölülerini gömmeye bile zaman ayıramamışlardı. Ölülerin bazıları çürümüş olduğundan, yanlarından geçerken burnumuzu kapatmak zorunda kalıyorduk. |
|
207
|
|
|
|
Osmanlı “Vergi” dedi verdik, “Asker” dedi hemen gönderdik. Paramızı da gençlerimizi de boşu boşuna olur olmaz yerlerde harcadı. Bir de şimdi bize hangi yüzle “Geri dönün topraklarınızı, vatanınızı savunun!” diyecek. Vatanımızı çapayla, orakla, ufacık kızanlarla mı savunacağız en gelişmiş silahlarla donatılmış düşmana karşı? Bize dönün demek, açıkçası bizi ölüme göndermek değil midir? |
|
208
|
|
|
|
-Haklısın, buradaki hayat monoton, kısır bir döngü. Ama buna rağmen bir şeyler yapılabilir. Mesela etrafımızdaki insanlara yardım edebiliriz. Onlara yardım edebilmek için illaki maddi bir şeyler vermek gerekmiyor. İnsanlara sevgimizi verebiliriz, onların sorunlarını dinleyebiliriz, bildiğimiz çözümler varsa bunları önerebiliriz. |
|
209
|
|
|
|
Kendi kendime tekrar ediyorum; 'Tamam, yarın yepyeni bir gün olacak.' |
|
210
|
|
|
|
Her ev bir fırın ekmek ve bir tencere çorba pişirdi. Sıcacık ekmeklerimizi elimize aldığımızda, mutluluktan uçuyorduk. Mis gibi kokuyordu o güzelim ekmekler. Ya çorba? Bu kadar nefis bir çorba hayatımda içmemiştim. Yüzümüze kan geldi, bedenimize can... Dört saat sonra tekrar yola çıkmak için hazırdık. |
|
211
|
|
|
|
“Kendini sessizliğin, bu engin denizin içine bırak. Korkma, bu ölüm gibi bir şeydir ama aynı zamanda tadına doyulamayacak bir mutluluktur.” |
|
212
|
|
|
|
-Nasıl ki doğuma hayret etmiyor ya da üzülmüyorsak, ölüme karşı da aynı tepkiyi vermeliyiz. |
|
213
|
|
|
|
Yakın tarihimiz de soykırımlarla dolu değil mi?Avustralya kıtasının yerli halkı Aborjinler'i; İngilizler göçe zorlama, katliam yapma ve hastalık bulaştırmak suretiyle soykırıma uğratmadılar mı? Amerika kıtasının keşfiyle birlikte başlayan soykırımda da milyonlarca yerli katledilmedi mi? |
|
214
|
|
|
|
Konuş bakalım Dedikoducu! Bu adam kim ve serveti nerede saklıyor?” dedi. “-Şey efendim şey... Servet yok, ben sizinle konuşmak için bu yalanı uydurdum. Aslında şey, şey...” dedim. Birden kükredi, üzerime yürüdü. “-Sen benimle alay mı ediyorsun? Bu ne cür'et! Ben seni gebertmez miyim?” dedi. Kendimi topladım ve son bir hamle ile “-Efendim, asıl meseleyi söyleseydim herkes duyardı ve iş bozulurdu. İşin aslı şu: Tek Kulak size karşı bir darbe hazırlığı içinde...” deyip bütün bildiklerimi bir solukta anlattım. Beni dinledi. Konuşmam bitince birkaç dakika hiç konuşmadı. Acaba inanmamış mıydı? |
|
215
|
|
|
|
Merak ettim. Yoksa saçma sapan şeylere mi gülüyorlardı? Evet, öyleymiş. Çünkü biri “Köfte!” diye bağırınca hep birlikte basıyorlardı kahkahayı. Diğeri “Tren kaçtı!” deyince yine kahkaha… Çok yaklaşmış olmalıyım ki orta boylu, kumral saçlı olanın dikkatini çektim. |
|
216
|
|
|
|
Ay, yattığım yerden görünüyordu. Hem aya bakıyor hem de sayıyordum. Bir ara aya gitmeyi düşündüm. Aslında nasıl bir yer olduğunu bilmiyordum, ama dünyaya benzer sanıyordum. Oradaki denizleri, gölleri, akarsuları, ormanları hayal ettim. Acaba bizim gibi insanlar da var mıydı? Ya hayvanlar? Neden olmasın? Sonra, lisede öğrendiğim bilgiler aklıma geldi, ayda hayat yoktu. Keşke olsaydı! |
|
217
|
|
|
|
Doğruydu bir zamanlar benim de dilencilik yaptığım. Fark şurada: Ben para değil, sevgi dilenmiştim. |
|
218
|
|
|
|
Ekmek karneye bağlandı ve biz ekmek alabilmek için karnemizle birlikte yıllarca Çerkezköy'e gidip geldik. Bizim burada pazıya benzeyen, ama tadı acımtrak lopuşka dediğimiz bir bitki vardır. Bazen günlerce bu bitkiden aş yapıp yemek zorunda kaldık. |
|
219
|
|
|
|
Top patlaması desem değil, yıldırım düştü desem değil... Sanki yan tarafımızdaki dağlar patladı, ya da bir volkan fışkırdı... Patlamanın hemen arkasından üç-dört metre yüksekliğinde sudan oluşmuş bir duvar gördüm. Bu çılgın su, dere içindeki iki arabayı önüne kattı götürüyor. Bizim taraftan ve karşıdan bu olayı gören insanların çığlıkları, selin sesine karışıyor. Arabalar birkaç saniye içinde gözden kayboldu, çok az sonra sadece gene bir-iki saniyeliğine iki öküz başı gördüm. Hepsi bu kadar... |
|
220
|
|
|
|
“Hani seninle sözleşmiştik; birimiz darda kalınca diğerimiz bunu hissedip derhal yardıma koşacaktı! Ben sana gidemedim, sen de bana gelemedin. Her anımda ettiğimiz yemini, verdiğimiz sözü hatırlıyorum ve bekliyorum çaresizce. Desem ki sana, yeter artık! Ya sen gel bana, ya da yerini bildir...” |
|