Dikkat Bu Bir Siyasi Yazıdır!

Şükür bir beş yıl daha seçimlerle ilgili bir şey konuşup yazmayacağız.. Ancak geçen seçim çoğunuzu olduğu gibi beni de fazlasıyla germiş, seçim meydanlarında konuşan siyasetçilerin bir dövüş horozu gibi nefretle bağırıp çağırması kulaklarımdan gitmiş değil maalesef… Neden siyasetçilerin, güreşmeye hazır bir boğa gibi davrandıklarını, kılıçlarıyla hasımlarını doğramak için bir gladyatör gibi davrandıklarını düşünme fırsatım oldu.

Bu ülkenin tribünlerinde aklını ve duygularını sadece liderinin emrine vermiş; coşmaya hazır, kürsüdeki savaşçının zaferinden emin, rakiplerin yerle bir olduğunu görmeye gelmiş coşkulu bir kalabalığın varlığından haberdardım. Bu kalabalıkların geçtiğimiz seçimde arttığını üzüntü içinde bir kez daha gördüm. Cazgır insanların duygularının gözeneklerini açmak, uyuşan uzuvlarını harekete geçirmek için var güçleriyle sosyal medya hesaplarından saldırarak, dağılmış fikirleri kendi taraflarına çekmek, ortalığı ayağa kaldırıp kitlelerine bir savaş filmi izletmek için tripotlarına nasıl sahip çıktıklarına şahit oldum. Adına da “miting” dedikleri bu toplaşmalarda halkın sorunları yerine, halkı nasıl galeyana getirdiklerini izledim. Oysa uygar ülkelerde yapılan mitingler; liderlerin belâgatlarıyla, sözün etkileme gücü ve insanların gündelik hayatına değen sorunların çözüm teklifleriyle değer kazanması gerekirken bu ülkenin mitinglerinde yüce değerlerin pul kadar değeri olmadığını da şahit oldum…

Türkiye’de bu olumsuzlukların artarak devam etmesi ve sonrasında insanlar üzerinde bıraktığı hasarlar, kırıp geçirdiği düşman (!) sayısıyla ölçülüyor artık. Liderler, dövüş meydanındaki horozlar gibi rakibinin ibiğini, yüzünü gözünü gagalayıp al kanlara boyadıkça koltuğunda var olmaya devam edebiliyor.. Liderlerin bir kızgın boğa gibi vurduğu öldürücü her darbede taraftarlarının coşmasına, daha çok intikam çığlıkları atmasına sebep oldu. Evet, meydanlarda yapılan bu kem tezahüratlar çoğu kitlenin kendinden geçmesine, hasımlarının yaşam hakkının ellerinden alınması için cenge hazır olunmasına sebep oldu. Şükür ki korktuğumuz şeyler olmadı. Ancak vuruşların şiddeti arttıkça coşkunun sokaklara oradan meydanlara taştığını gördük. Bir taraftan, “Yaşa”, “Var ol”, “Türkiye seninle gurur duyuyor!” bir taraftan, “Düşmana (!) yazıklar olsun! Kahrolsun denilerek aba altından sopa gösterildi. Kısacası millet olarak duygu ve düşünce dünyamızı altüst etmiş olduk.

Ben bu meydan dilini, bu siyaset şeklinin, en son 70’li yıllarda ayyuka çıktığını öğrendim geçmiş gazete arşivlerinden… Ancak o dönemin liderlerinden Türk siyasetinin en büyük münafığı kabul edilen Demirel’in bile o kaba dilinde bir mizah olduğuna şahit oldum. Ecevit’in yarım da olsa entelektüel bir tarafı olduğunu öğrendim. Türkeş’in bir duruşu ve bir karizması olduğunu gördüm. Şimdi bu liderleri Youtube’den izlemek mecburiyeti, insanın tahammül mülkünü yıksa da dehşetli bir umutsuzluk, can sıkıntısı ve en kötüsü de korkunç bir mide bulantısı yaşayarak atlattım bir seçmen olarak geçtiğimiz seçim sürecini…

Gerçekten bu ülkede siyasetin kavga ve savaş dilinden başka bir dili olması gerekmez mi artık? Ya da biz bu dili neden hiç bilemiyor öğrenemiyoruz acaba? Siyasi rakibinin soyunu sopunu, evini barkını, musluklarının rengini, karısının ve çocuklarının kökenini sorgulayarak, onu gagalayarak, kanatarak, yara bere içinde bırakarak saf dışı etmek hangi kültürün ürünü olabilir? Gerçekten çok merak ediyorum: Bu siyaset kültürünün mü yoksa bir savaş kültürünün mü eseri? Üstelik her türlü hilenin, yalanın, iftiranın, belaltı vuruşun mubah sayıldığı bu savaş kültürü bizde niye bu kadar çok seviliyor, alkışlanıyor ve benimseniyor?! Vallahi, billahi, savaşlarda bile düşmanına onurlu davranmış bir geleneğin takipçisi olduğunu iddia eden bu toplumda siyasetin, onursuzluğun her türlüsünü seçim kazanma stratejisi olarak görülüyor oluşunu Allah’ın hiç bir kuluna açıklayamıyorum…

Meydanlarda ve sokakta yürütülen seçim propagandası, bu ülkede siyaset yapma biçiminin uygarlaşma anlamında bir adım bile ileri gitmediğinin, aksine ilkelliğe ve bayağılığa doğru yuvarlandığının göstergesi oldu benim için.. Toplumun bir kesiminden kendi adıma bu kadar çok nefret edeceğimi düşünmezdim.. Bu topluluğun belli alanlarda siyasi söylemlerine yansıyan; “dünya ile bütünleşme”, “evrensel barış kültürü”, “teknolojik ve kültürel ilerleme”nin siyaset ve yaşam biçimlerine bir gram bile yansımaması çok acıklı geliyor bana. Evet, özellikle sol siyaset dilinin bu aşağılık dili, ilkçağlarda egemen olan ve rakibini her türlü hile ile yok etmeye yönelik yürüttüğü siyaset tarzını benimseyerek seçim meydanlarında görmek hepimizi fazlasıyla üzdü. Bu insanların; vicdan, nezaket, zarafet, asgari saygının gölgesinin bile siyaset merkezlerinin o sürgülü kapılarından içeri girememiş olmasına “yazıklar olsun” diyorum! Zira, sol siyasetçilerin, yarım asrı aşan çok partili siyaset tecrübesi içerisinde kavgadan başka bir dil geliştirememesini ülkenin ilk siyasi partisi olması münasebetiyle yadırgadım.. Kendi içlerindeki sorunları, sıkıntıları bir şekilde hal edebilmeli, tatlı dille memlekete değer katabilmenin yollarını araması gerekenlerin resmen savaşa çıkıyor gibi var oluşu tiksintiden başka bir işe yaramadı. Sanıyorum bu güruhta düzelme adına bir gelişmeyi hiç bir zaman göremeyeceğiz…

İnsan, liderlerin, sözün etki gücünü keşfetmesini istiyor gerçekten. Bir düğün havasında, tatlı bir çekişmeyle geçmesini istediğimiz seçimlerde mizah ve nükte, hatta hümorun bile yer alması gerektiğine inanıyoruz ama nafile.. İşte bu ahval içinde gerçekleşen seçimlerde elde edilen bir sonucun da anlamı olduğunu düşünmüyorum.. İç barışımızı, zenginliklerimizi günden güne dinamitleyen, kitleler arasındaki sevgi ve güveni ortadan kaldırmaya çalışan siyasetçiler duruma el atamıyorsa gelin halk olarak bizler birşeyler yapalım. Toplumu tam ortasından bölmeye çalışanları seçmenler olarak örneğin hiç bir şekilde affetmeyerek uzlaşı dilini hakim kılarak ülkenin menfaatine yol alacak adaylarla yol alalım. Zira bu sevgisizlik, vicdan zaafiyeti, hınç kültürü, güven aşınması gibi galibiyetle ilgili durumları oturup hep birlikte konuşabilir, yok edilmeye çalışılan “toplumsal barış”ı hiç bir anayasanın ayakta tutamayacağını, gönülleri bir seçimde birleştiremeyeceğini görelim.

Hali hazırda söylediğimi anlayabilecek ne bir siyasi parti ne de taraftarları var. Ama ben bir avuç da olsa görebilen insanlarla bir arada olmak isterim. At gözlükleriyle ve ideolojik bakış açılarıyla yaşayan insanların ne kendine ne de bu ülkeye bir hayrı dokunabilir. Meydanlarda kendilerini yırtarcasına bağıran liderlerin, şehvetli taraftarlarının nümayişleri arasında sevginin, şefkatin, muhabbetin, merhametin, vicdanın sesini duyuracak bir lider arayışı yerine höykürmesini alkışlayıp toz konduramamasını bir daha görmek istemiyorsak el ele verip gönül gönüle çalışmak durumundayız.

Ne diyelim, Allah sonumuzu hayr etsin. Bu ötekileştirmeye, sevgisizliğe, tahammülsüzlüğe acilen ayar vermek zorundayız. Evet. Gelin, gurur ve kibirden arınmayı erdem olarak görüp yitirdiğimiz o “her geleni Hızır bilme”yi tekrar bu toplumun kodlarına yerleştirelim. Uzatılan elleri sıkalım. Nefretin, kibrin, yalanın, sevgisizliğin, saygısızlığın toplumumuzu götüreceği hiçbir nokta yok!

Lütfen fabrika ayarlarımıza geri dönelim.
Lütfen!
Kalın sağlıcakla…


Yûşa Irmak hakkındaki bilgilerin basılmasını istiyorum.
Eğer basılmamasını istiyorsanız tıklayın.

  Yûşa Irmak kimdir?
Felsefe ve edebiyat aşığı! Yayıncı, gazeteci ve kitapsever...

 


Bu yazıyı basmak istiyorum.

İzEdebiyat'da yayınlanmakta olan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Tüm yazılardan birinci dereceden sayfa düzenleyicileri sorumludur. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.

Yazarların izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin —kısa alıntı ve tanıtımlar dışında— herhangi bir biçimde basılmaması/yayınlanmaması önemle rica olunur.

© 2000-2002, İzlenim.com - Tüm hakları saklıdır.