Bir çocuk annesiyim.O nedenle yıllarcaçevremdekilerden - özellikle yaşlılardan - hep eleştiri aldım, öğüt aldım.... Neden tek çocukla kaldın!........ Bir çiçekle yaz geçmez....... Bir çocuk, hiç çocuk..... Neden ikinci bir çocuk düşünmedin? sözleriyle adeta azarlandım.....Hele hele kız annesi olduğumu bilen veya öğrenen hemen herkes tarafından, Belki oğlan olur. diye, ikinci çocuğa özendirilmek istendim........Bu ille de erkek çocuk saplantısı, toplum olarak içine düştüğümüzbüyük bir yanılgı. prefix = o /
Oysabenim, ikinci kez anne olmaya hiç ama hiç zamanım olmadı ki!.....Öğretmenlik hayatım çok yoğun geçti.Günde beş, son yıllarda altı saat ders, derslerden sonra yetiştirme veya öğrencilerin beşinci sınıfta girecekleri sınavlarahazırlık kursları, halk oyunları ekibi çalışmaları, zaman zaman müsamere çalışmaları ve başka sosyal etkinlikler.......Ayrıca bir ev kadınıydım.Çekip çevirmek zorunda olduğum bir evim vardı. Evet, bir öğretmendim ama aynı zamanda anneydim, eştim, hatta bir evin geliniydim. Omuzlarımdaki yük öylesine ağırdı ki!Yanımda, sürekli benden bir şeyler isteyen, benden bir şeyler bekleyen birileri vardı. Kadın olmak zordu...Bu yoğun koşturmaca içinde; ikinci bir bebeğe ayıracak uygun haftaları, uygun ayları, uygun seneyi bir türlübulamadım.
Birinci sınıfı okuttuğum yıllarda, asla anne olamazdım. Birinci sınıf; zevkli olmakla beraber, çok çalışmamı gerektiren bir sınıftı,yorucuydu. Birinci sınıf, en önemli sınıftı. Öğrenciler okuma - yazma öğreneceklerdi. Günlük yaşamda, diğer sınıflarda kendilerine gerekli olacak birçok bilgi ve becerilerin temelleri birinci sınıfta atılacaktı.O nedenle birinci sınıfı okuttuğum yıllarda anne olamazdım. Birkaç haftalığına veya birkaç aylığına sınıfımıbir başkasına bırakamazdım.
İkinci sınıfı okuttuğum yıllarda, anne olmaya yine zamanım yoktu...Çünkü birinci sınıfta okumayı- yazmayı öğrenen öğrenciler, bu becerilerini ikinci sınıfta geliştireceklerdi. Matematikte birçok bilgi, beceri, pratiklik kazanacaklardı. Birinci sınıfta hazırladığımız malzemeleri ya da ham maddeleri kullanmayı, işlemeyi öğreneceklerdi. Eğer öğrencilerikinci sınıfta yeteri kadar eğitilmezlerse, üçüncü sınıfta çok zorluk çekerlerdi.
Anne olup izne ayrıldığımda, elbette yerimibir öğretmen dolduracaktı. Amao öğretmen ne kadar çalışkan, ne kadar iyi bir öğretmen olursa olsun, asla yerimi tutamazdı. Çünkü; öğrencilerimi ruhsal yönden hiç tanımayan, onların başarı grafiklerini, ferdi farklılıklarını , seviye gruplarını bilmeyen ve sınıfımda ancakbir süreliğine öğretmenlik yapacak bir öğretmeninyeteri kadar başarılı olması mümkün değildi.......Bunu bir örnekle açıklamak isterim: Birev hanımı düşünün. Bir akşamyemeğine, kendisine misafir gelir...Yemekler yenilir. Misafir, masanın toplanmasına, bulaşıkların yıkanmasına yardım eder...Misafirler gider...Ertesi gün evin hanımı, mutfakta aradığı bazı şeyleri yerinde bulamaz.Örneğin tuzluğun,şekerliğin, sürahinin yeri değişmiştir. Arızalı olduğu için kendisinin çok dikkatli kullandığı, contası aşınan mutfaktaki musluk su damlatmaya başlamıştır. Buzdolabının , fazla ağırlık kaldırmayan rafına ağır bir tencere konulmuştur; rafbel vermiştir, hatta belki çatlamıştır...Bundan şu sonuca varabiliriz: Bir işi en doğru ve en güzel, o işi yapmaktan birinci derecede sorumlu olan kişi yapabilir........Demek ki ben, ikinci sınıfı okuttuğum yıl anne olamazdım, sınıfımı bırakamazdım.
Üçüncü sınıf, çok ama çok önemliydi, çocuklar için bir sıçrama noktasıydı.Bırakın anne olmayı, hasta olmaya bile zamanım yoktu. Çünkü öğrenciler seneye dördüncü sınıfı okuyacaklardı. Dört, ağır bir sınıftı.Öğrenciler Fen Bilgisi, Sosyal Bilgiler, yabancı dilgibi yeni dersler alacaklardı. Matematik konuları ağırlaşacaktı. Dördüncü sınıfı kaldırabilmeleri için, üçüncü sınıfta çok iyi bir eğitim almalılardı. Aksi takdirde, dördüncü sınıfta bocalarlardı.....O halde ben üçüncü sınıfı okuttuğum yıllarda da anne olamazdım.
Dördüncü sınıfı okuttuğum yıllarda, anne olmayı düşünemezdim bile...Dersler, üçüncü sınıfa göre çok ağırdı.Öğrencilerim seneye Parasız Yatılı , Anadolu Lisesi , Fen Lisesi ve Bursluluk Sınavına gireceklerdi.O sınavlarda başarılı olabilmeleri için, kendilerinin şimdidençok iyi yetiştirilmeleri gerekiyordu. Ders haricinde, onlarla çalışmam gerekiyordu. Kurslar, testler, normal derslerin dışında verilecek ödevler, bu ödevlerin kontrolü ve bunlar için evde yapmam gereken çalışmalar...........Kısacası ben dördüncü sınıfı okuttuğum yıllarda daanne olamazdım.
Hele hele beşinci sınıfı okuttuğum yıllarda , bir bebeğe ayıracak haftalarım, aylarım hiç yoktu. Beşinci sınıf,son sınıftı. Öğrencilerime bu yıl ne verebilirsem, kârdı. Bu sınıfta kalacak eksikleri tamamlayabileceğimbaşka bir yılım yoktu. Beşincisi sınıf; yedeği, telâfisi olmayan bir sınıftı. Ayrıca öğrencileriminbu yıl girmeleri gereken sınavları vardı. Kendilerini çok iyi yetiştirmeliydim. Sınavlarda, ilkokul programının dışındaki konularla ilgilisorularla karşılaşacaklardı. O nedenle ders saatleri yetmezdi. Son dersten sonra kurslar vermeliydim. Akşamdan sonra evde, öğrencilerimin düzeylerine uygun testleri kendim hazırlamalıydım.Bir sonraki günün derslerine hazırlı girmek için, çalışmalıydım........İşte bunun için, beşinci sınıfı okuttuğum yıllarda asla anne olamazdım.
Böylece, yıllar yılları kovaladı. Ve ben, öğretmenlik hayatım boyunca ikinci kez anne olacak zamanı; bir bebeğe ayıracak haftaları, ayları, uygun seneyihiç bulamadım. İkinci kez anne olacak zamanım hiç olmadı, olamadı....Bir de şu vardı: Etrafımda her zaman sevebileceğim çocuklar vardı. Çocuklarla çok içiçeydim.O nedenle küçük bir çocuğa, bir bebeğe pek özlem duymadım. Okulda çocuklar, eve gelince çocuklarla ilgi yaptığım çalışmalar. Günümün büyük bir kısmı onlarla doluydu. Ben onların yanındaydım, onlar benim yanımda...........Zannettim ki yaşamımda, öğrencilersiz bir dönemim hiç olmayacak...Veya böyle bir dönem hiç aklıma gelmedi.
Yıllar sonra emekli oldum...Aradan dört yıl geçti........Şimdi yanımda ne öğrencilerim var ne kendi çocuğum. Meyvesiz bir ağaç gibiyim......Bazen soruyorum kendime: Ben yıllarca öğretmenlik yapmadım mı? O yaşadıklarım bir rüya mıydı? Gördüğüm uzun bir rüyadan mı uyandım? ........Ve yinekendime soruyorum bazen: İkinci kez anne olma mutluluğunu - öğrencilerim için -kendimden esirgedim. Kızıma, bir kardeş sevgisini tattırmadım.......Mesleğime, öğrencilerime bu denli bağlı olmak, bu denli idealist olmak acaba ne kadar doğruydu? Yoksabir hata mı yapmıştım?
Kendime sorduğum bu soruların yanıtını, şimdi yineöğrencilerimde buluyorum............Hani bazı günler, geceler vardır.İnsan bu günlerde, sevdikleri tarafından hatırlanmak,aranmak, sorulmak ister.Ben de siterim doğal olarak.Ve hatırlanırım da...Dini bayramlarda, yılbaşlarında, anneler gününde hele hele Öğretmenler Günü geldiğinde, öğrencilerim beni hiç unutmazlar.Annelerini arar - sorar gibi bana telefon ederler, evime gelirler, kart yazarlar, hatta mektup.............Bu özel günlerde bazı yakınlarım beni unutabilir ama öğrencilerim hiç unutmazlar.
Kısacası; ikinci, üçüncü kez anne olamadım. Anne olmaya, anneliği tekrar yaşamaya zaman ayıramadım. Ama; onlarca, yüzlerce çocuğun öğretmeni olabildim. Kendilerini çocuğum gibi sevdim, kendileri tarafından anneleri kadarsevildim. Bu nedenle hem gururlu hem mutluyum. Bir çocuğun öğretmeni olmak, onun annesi olmakla eşdeğerdedir. Bir çocuğun annesi olabilmek için; ille de o çocuğu doğurmak, onu emzirmek gerekmiyor. Çocuk anne karnında şekilleniyor, fakat; yaşamı boyunca ihtiyaç duyduğu duyacağı sevgiyi, şefkati, sıcaklığıöğretmenin o kocaman yüreğinde buluyor.
İşte böyle........Yaşamım boyunca, yalnızca bir çocuk dünyaya getirdim. Bedenen bir kez anne oldum ama benim yüzlerce çocuğum var. Ben bir değil, yüzlerce çocuğun annesiyim. Çünkü ben bir öğretmenim.