Telefon çalıyor akşam saati, anne yüreği pırpır koşuyor telefona. Yatsıyı kılmış uyumamış. Biliyor oğlunun arayabileceği saati. Konuşma başlıyor, ama anne oğlunun sesini daha çok duymak için bir şey sormak istemiyor. Sadece dinliyor. Telefonda da olsa sadece dinlemek… Kokusunu o konuşurken hissediyor, nasıl unutabilir ki? Sıkıntılarını, dertlerini, kadın olmanın zorluklarını ona bakarken unuttuğu, dünyadaki tek dayanağı, tek tesellisinin kokusunu… Kelimeler önemli değil sadece o ses önemli. O sesi tahlil etme yeteneği öyle gelişmiş ki diğer anneler gibi. Hasta mı, halsiz mi, yorgun mu, kederli üzüntülü mü yoksa sakladığı bir şey mi var? O sesi dinliyor anlamak için…
***
Bebekken meleklerin güldürdüğünü düşündüğü o yüzü, minik ayaklarını gıdıklayarak gülmesini sağladığı ağzında dişleri olmadığı zamanlardaki kahkahasını, altını değiştirirken onu ıslattığı günleri, gaz çıkarma merasimlerini… Ev hali; ezildiği horlandığı günlerde teselli bulmak için sarıldığı, kokladığı, dertlerini içerisine sakladığı ninnileri söylediği akşamları…
İçinden keşke o zamanlar biraz daha çok sarılsaydım, koklasaydım, öpseydim diyor telefonda oğlunu dinlerken… Sünnet düğününde oğlunun boncuk boncuk gözyaşlarına dayanamayıp onunkinden daha çok miktarda gözyaşlarını içine akıttığı günü hatırladı.
Sonra komşu oğlunun küçülen okul önlüğünü istediği günü düşündü. Zaten kitaplarını da onlardan istememiş miydi ki… Önlüğün kolları biraz küçük olmuştu, buna rağmen onu giydiği gündeki sevinci başkaydı oğlunun. O zamanki önlük de, telefonun yanında duvarda asılı resmine baktığında, şimdiki kıyafeti de çok yakışmıştı. Liseye gönderip göndermeme konusu tartışıldığı akşamı düşündü, eşine ilk kez o akşam karşı çıkmıştı, parasızlığa ve çaresizliğe lanet ettiği o günü hatırladı. Zor da olsa o kazanmıştı anne ve oğul mücadeleyi. Lise işi tamamdı. Oğlunu sadece yazın tarlaya soktu. Ama üniversitenin olamayacağını o da biliyordu. Ne yakışırdı üniversite öğrenciliği diye çok kısa bir hayal yaşadı. Sonra asker ocağına uğurlandığı gündeki arkadaşları ile kol kola yürümelerini, oyunlarını… Ne çok arkadaşı vardı oğlunun. O gün duyduğu gurur yüreğine tekrar uğramıştı. Demek ki oğlunu iyi yetiştirmiş, yoksa bu kadar seveni olur muydu?
Askere giderken adettir. Büyüklere, akrabalara yollamıştı oğlunu. O günün akşamını hatırladı. “Cebime paralar koydular istemedim, ama zorla verdiler, ben bu parayla acemi birliğini geçiririm, babamın verdiği parayı sana vereyim, lazım olur” dediği akşamı…
Gözyaşlarını silerken neden bu akşam diğer akşamlara göre daha çok yaş aktığına bir mana veremedi anne…
***
Bir türlü “hakkını, sütünü helâl et anne” diyemiyordu annesine oğul. Aylar önce ilk dağıtım yerinde telefon açıp dediğinde annesi çok kızmıştı. Ama nasıl oldu ağzından o kelimeler dökülmüştü bu akşam anlayamamıştı. Asıl şaşırdığı annesinin ‘helal olsun oğlum’ demesiydi. Bu sefer kızmamıştı hayret diye düşündü telefonu kapatırken.
***
Yine akşam oldu, telefonun başında anne, fakat karşıdaki ses oğlu değil, adreslerini soran biri… Adresi verdikten birkaç dakika sonra kapı çalındı… Zil sesi tuhaftı, kapıya gidemiyordu, boğazında müthiş bir yanma, sanki yer yok, gök yok. Kapıyı açtığında geçmişin geleceğin, varlığın yokluğun, hiçbir şeyin hissedilmediği bir an yaşadı. Kapının önünde bulunanları göremedi bile…
Not; Kahpe mayınlarla kaybettiğimiz şehitlerimize rahmet diliyorum. Şehitlerimizin annelerinin ağzından çıkacak birkaç sitemli kelimeyi anlayışla karşılama büyüklüğünü keşke herkes gösterebilse… Bir tarafta oğlunu kaybetmiş yüreği yaralı bir anne, diğer tarafta bir sitem yüzünden gururu incineceğini düşünen birileri…
(Gürsel ÇOLAKOĞLU-Karadeniz Gazetesi-Mayıs, 2007)