AşK, yalnızlığa susar bir gece... Kırık kalbini yerleştirip gümüş bir kutuya firar eder yamalı sevdalardan.Ona kendisini hatırlatmayacak bir yer düşler otogara giderken...
Düşüncelere dalmışken, yan koltuktaki genç kızın telefon konuşmasına kulak misafiri olur: " Beni hiç bırakma, AşKIM..." Tanıdık bir hüzün kaplar içini AşK'IN, kalbi çırpınır çıkmak için saklandığı kutudan, o kadar yorgundur ki karşı koyamaz AşK' ın gücüne, durulur...
Otogarda inip yürümeye başlar AşK... Yolda okumak için gazete alırken, bir köşe yazısının başlığına takılır gözü: "AşK, nerede? " Beyninden vurulmuşa döner AşK, gümüş kutusunu bastırıp göğsüne, yumup gözünü kalabalığa karışır. ..
Kalp ritmi eski haline dönünce açar gözünü, annesinin elinden tutan beş-altı yaşlarındaki bir
kız çocuğunun o hiçbir kötülüğün farkında olmayan bakışında bulur kendini... Sonra, güçlükle yürüyebilen yetmişinde bir teyzenin, kutusunu taşımaya yardım eden ele hayır duasında... Ve kitapçıdaki radyodan
Feridun Düzağaç' ın sesi yükselir:" Buralardan gitme..."
Gümüş kutusunu açar AşK ve kaburga kemiğinin altına yerleştirir kan revan kalbini... Gözyaşıyla ıslanan dudakları aralanır tebessümle: "AşK her yerde: karşıdaki küçük kız çocuğunun masumiyetinde, yetmişindeki teyzenin hayır duasında, radyodan yükselen şarkının her notasında, gümüş kutusunu elinden bırakamayan herkeste AşK... AşK, hiç gitmedi ki...