Aşk ve Kara

Herkesin kapılıp gittiği, delice akan akarsuya benzeyen zamanın sahibi olan hayatı izlerken gördüm her şeyin karanlığını. Zaman hayatın, aşk insanların karanlığıydı. Hayat, insanlar sayesinde değer kazanan parçalar taşıyordu içinde. İnsanlarsa, onları Tanrılaştıran düşlerine sığınıyorlardı, gözlerini hayata kapayarak. Karanlık hayatta gözlerini kapatıp kendi Tanrısı olan ve kendine yeni bir hayat kuran insanlar mutlu oluyordu ancak. İçiçe geçmiş iki negatif, bir pozitif doğuruyordu. Ne aşk olmadan hayatın değeri vardı, ne hayat olmadan aşkın.

yazı resim

Büyük bir boşluğun içinde sürükleniyoruz. Evrenden bile büyük bir karadeliğe doğru sürükleniyoruz: Kendi evrenimizi ölüme teslim edeceğiz bir gün.
Sıradan hayatlarımızı farklı kılan, hepimizi bir diğerimizden daha kudretli hissettiren, bize bu boş hayatta her şeyi düşlerimizle değerli kıldıran, bizi Tanrılaştıran 'aşk'a mecburuz. sıradan hayatlarımızı farklı kıldığı için, bir diğerimizden daha kudretli hissettirdiği için, şu boş hayatta düşlerimizi yaratmamızı sağladığı, bizi Tanrılaştırdığı için 'aşk'a mecburuz.
O olmadan başka biri olmayı başaramıyoruz. Ve hepimiz başka birinin hayatını yaşamayı istiyoruz; düşlerimizde başka hayatlardan parçalar taşıyoruz: Bunları bizimle yaşayacak birini arıyoruz.
Onu ne kadar düşlersek, ona o kadar bağlanıyor, o denli yüceleştiriyoruz karşımızdakini. Her an farklı bir şekilde hayal ediyor, ve kurduğumuz tüm hayallere onu eklediğimiz, o hayalleri gerçek hayata taşımak istediğimiz için ulu bir arzu taşıyoruz, onun yanında olmaya karşı.
Saçları, gözleri, yanakları, dudakları, teni ve davranışları kimsede yok sanıyoruz. Herkeste olan yanlarını muazzam sanıyoruz. Tanrılaştığımız için Tanrıçalaştırıyoruz onu.
Oysa kimsenin bir farkı. Büyük bir topluluk olan kadınları farklı kılan, erkeklerin 'yalnızlık korkularından' başka şey değil oysa. Erkekleri kadınlar için farklı kılan da 'O'. Ve 'Hayat'ı...

Her şeyi bilen Tanrı'nın bizi niçin dünyaya yolladığını merak ediyorum her zaman. Ne yapacağımızı bilen Tanrı'nın cehenneme gitmemizi istemediğini ve her şeyi değiştirecek kudrette olduğunu söyleyip duruyoruz. Yarattığı şeytanı kendine rakip sayıp tüm dengeleri değiştiren Tanrı, ya onun taşıdığı iyiliği, yahut şeytanın taşıdığı kötülüğü seçmemizi istiyor; ve sonra, her şeyi değiştirebilecek kudrette olan Tanrı'nın, yaptıklarımız için bizi yargılayacağı günü bekliyoruz, O'nun yarattığı hayatta, O'nun yarattığı kullar olarak. Yaşadıklarımız, iyilik ve kötülük rekabetinden başka şey değil.
Ve Tanrı, bunlardan kaçmak için tek bir yol sunuyor bize: Aşk. 99 kudretinden 'Yaratmak' olanını 'Düş' isminde sunuyor bize. Biz, yargılandığımız gün ya iyilik ve kötülük arasında kaldığımız için yargılanacağız, yahut Tanrı'ya " Senin verdiğin 'Yaratmak' kudretimi kullanıp, senin yarattılarını değil, kendi yarattıklarımı yaşadım: bu yüüzden yargılanamam." diyeceğiz.
'Aşk', Tanrı'nın şeytana karşı en büyük kozu.
'Aşk' şeytanın değil, şeytan kılığına bürünmüş beyaz, iyiliksever bir meleğin bize usulca fısıltısıdır.
'Sınav' olan hayatın içindeki şeytana kapılmamak için kopya çekmemizi ve sonra çıkmamızı istiyor. Kopya çekip cevapladığımız soruları atlıyor, sonucu söylerken. Biz başkalarının hayatından kopya çekerek kendi hayatımıza yazdığımız sahneleri düşlerimizde saklıyoruz aşık olunca; sonra bir karakterin bedenini 'Sevgilimizin' bedeni haline getiriyoru 'Tanrılaşmışlığımızla'. Mahşer günü hayatını aşık olarak geçiren insanları gösterip, başını öne eğerek hayıflanan şeytana alaylı bir gülümseyiş fırlatacak Tanrı.

Her şeyi yaratan Tanrı'nın sahibi olduğu hayattan ve onun içindeki delice akan akarsuya benzeyen zamandan çıkıp, akarsuyun yanındaki yeşil alandaki bir ağaç gölgesinde izlemek zorundayız her şeyi; gördüklerimizden kopya çekip almalıyız ve Tanrılaşarak topladığımız parçalardan yeni bir hayat kurup ona birinin bedenini eklemeliyiz, onu düşlerimizde saklamalıyız.

Sadece hayatı yaşamaktan korkuyoruz. Her an yanımızda bir şeytan saklayan o hayat ürpertiyor bizi. Çünkü yalnızlığı beraberinde bulunduruyor.
Gözlermizi kapatmalıyız o karanlığa.

Ama çoğu zaman düşlerimizi yaşadığımız insanlar tarafından terk ediliyoruz. Terk edilmekten korkuyoruz, hayatın içine tekrar döneceğimiz için.

Hayata gözlerimizi kapattığımız için kapıyoruz gözlerimizi sevgilimizi sararken, öperken ve koklarken.

Her şeyi kendimizce değiştirip güzel görmek için aşık olmak zorundayız. Yalnız kalmamak için aşık olmak zorundayız. Terk edildiğimizde hayatın içinde uzun süre durmayıp, düşlerimizdeki karakterin bedenini değiştirmeli, başka birini bulmalıyız. Düşlerimizde sakladığımız, hep başkalarının hayatından izler taşıyan ama 'benim' diyebilecek kadar içimize aldığımız sahneleri yaşamak için aradığımız kişiyi bulduğumuzda korkmadan daha çok hayal kurmayı ve o hayatı uzatmayı bilmeliyiz. Gerçek ölümden daha çok acı veriyor çünkü, o hayatta ölmek.

Tanrı'nın şeytana alaylı bir gülümseyiş fırlatması için, karşılaştığımız her durumda sevinmek, her şeyin sıradan olduğu hayatta değil, kendi yarattığımız yaşamda var olmak, Tanrılaşmak için: Hadi, aşık olalım! ]

Yorumlar

Başa Dön