Adam ağlıyordu; ama göstermiyordu da, gözlerinin kızarıklığından belliydi herhangi bir yerin her hangi bir köşesinde kimseye göstermeden ağladığı. Ateşin en kor haline benziyordu gözleri esmer teninde. Şaşkın; ama her şeyin farkında bakıyordu etrafa gözleri, zaten koca adam olmuştu, ağlamıştı belki ama o an küçük bir çocuktu, çocukluğuna gelmişti belki de?
Hep aynı sözü duyuyordu kulakları. Ya sağır olmuştu, ya da olmak istiyordu. Herkes anlaşmış gibi aynı sözleri tekrar ediyordu. ‘’Başın sağ olsun’’ oysa o içinden ‘’başım sağ falan olmasın babam sağ olsun yeter’’ diyordu. Kimse duymuyordu, ondan ve babasından başka.
Gelenekler, görenekler, adetler, komşular, akrabalar... Aslında kimdi onlar, birkaçı hariç neredeydi bu zamana kadar diğerleri. Çok sevdikleri dayıları, amcaları, enişteleri şimdi mi gelmişti akıllarına? Gerek yoktu gözlerini bir yere sabitleyip el kol kavuşturmaya aslında. Ölüm sen ne büyüksün diyordu sürekli içinden. Bir sürü küçük insanı nasılda toparladın bir araya büyüklüğünle.
-Çok iyi insandı rahmetli...
-Bende geçenlerde arayım diyordum, hissettim mi ne?
-Biz öyle çok samimi değildik ama duyunca üzüldüm.
-(suskunluk)
-(suskunluk)
-(suskunluk)
Yaşarken konuştunuz bari öldükten sonra konuşmayın arkasından iyi ya da kötü diyemediği gibi; madem arayacaktın, hissettin neden aramadın,neden erteledin de diyemiyordu, suskunlara ise en güzel cevabı tabutun içindeki aslında hala yaşayan beden veriyordu. Susarak ve giderek.
Dünyaya gözlerini açmak kadar sancılı değildi kimileri için gözlerini kapatmak. Basittir o zaman gitmek. Arkasına baka baka kimse görmese de el sallaya sallaya. Gözyaşları içinde dualar içinde. Omuzlarda, ama kimseye yük olmadan.
Kime olduğunu neye olduğunu bilmeden kızıyordu birşeylere. Belki kendine belki babasına belki yaradana. Kızgınlığı kendineydi zaman zaman hiç birşey yapamamasına, bencilliğine,sonra babasına kızıyordu gittiği için, ve yaradana; ona babasını veren babasına onu armağan eden ve yine babasını alan yaradana.
Yaşamak? Bunun anlamını hiç düşünmemişti aslında. Ama şimdi anlıyordu yaşamanın sadece nefes almak olmadığını. Nefes; kontrolsüz, istem dışı olan bir şeydi belki de? Alışkanlık? Yaşamaya alışmak? Ama insan asıl nefes alamadığı, nefesi kesildiği zamanlarda anlıyordu yaşadığını. Bazen mutluluktan, bazen acıdan kesildiği zamanlarda...Evet bugün gerçekten yaşıyordu, kesilmişti nefesi.
Ama nefes alacaktı yine.O eczanelerde satılmayan herşeyin ilacı ZAMAN yardım edecekti.Aslında acısının hergün daha çok artacağını düşünsede o an itibari ile başlamıştı lanet olası zaman ona herşeyi alıştırmaya, belkide en çok koyan alışmazlığa alışmaktı kimbilir.
Aylar geçecek o da baba olduğu vakit düşünmeyecekti hiç bi acıyı, dünyanın en mutlu insanı olacaktı. Belkide onun için yaşamalıydı.
Sevdiklerimiz bizi hiç bir zaman terk etmezler, sadece bir süreliğine giderler, belki özlenmek, belki ders vermek, belki anlaşılmak, belki gitmek zorunda oldukları için.Ama mutlaka bir gün bir yerlerde karşılaşacağızdır. Ben artık bu dünyada kimseyle karşılaşmak istemiyorum, çünkü gerçek olan aslında burası değil, ben bunu daha ölümü çok yakınımda hissetmeden anlamaya çalışıyorum. Sanırım gidenler daha mutlu.O yüzden huzurluyum gidenler için.