İki saatlik kıt kanaat, yarım yamalak bir uyku,
İs, pus içinde bulanık,
Ceketimin düğmesi düşmüş yere ağlıyorum.
Kanıyor düşüm
Saatin soluğu değmeden,
Annem dokunuyor omzuma.
Adını hatırlamadığım bir tat ağzımda,
Ayaküstü bir kahvaltıdan kalma
12 dakika bekliyorum ego nun Yarım otobüsünü,
Vakti geçmiş İhtiyarlar korosunu
İniyorum otobüsten,
Sokak bahar kokuyor,
Kaysılar gelin başlarını rüzgara salmış,
Avcuma eksilmiş bir çiçek düşüyor.
Metronun gelişini duyuyorum,
Hızlanıyor adımlarım,
Merdivenleri çıkıyorum sık soluk.
Karşımda 3 kadın, ikisi oturuyor.
Biri punkçı,
Diğeri boynunu sola eğmiş taze bir emekçi.
Telaşlı, meraklı garipçe bir kadın ayakta dikiliyor.
Bağcıkları kesilmiş pembe ayakkabıları,
Bacağında genişce hip-hop kot pantolonu,
Ve dip boyası gelmiş ucuz sarı saçları
Her durakta panikle soruyor:
Kızılay mıdır geldiğimiz?
Dili en az kendi kadar garip.
Yüzü karanlık, yara izleri var.
Yaşı belki kardeşim kadar
Sağ ayağı periyodik vuruyor süpürgeliğe,
İnsanları süzüyor önce,
Sonra başını eğiyor.
İçim acıyor.
Elimde adaletsizliğin bıçak izi,
Yüksele yürüyorum.
Hızla yürüyüp koşarmış gibi yaparken,
Yöntemin yanından gelen ezgi,
Susturuyor hızımı,
Elimi cebime koyuyorum
Kanım ağırlaşıyor
Müzik damarlarımda
Derken bir elinde yüzlerce anahtarlık olan bey,
Bir saniye bi bakar mısınız? Diyor.
Bakıyorum, acelem var diyorum.
Peşimden geliyor,
Neyse iyi bak kendine, görüşürüz diyor.
Gülümsüyorum
Ziraat köprüsünden geçiyorum.
Oyuncakçı ve
Ring üzerinde kırmızı bisiklet hırsızı
O ses kulaklarımda raks ediyor bütün gün,
Sokak tezgâhında öğlen simidi açlığımı azdırıyor,
Güvenparkın çiçekçileri sarhoş ediyor.
Bahar çekiştiriyor bacaklarımda,
Kırmızı zincir kral ufuklarımda,
Bacanağım olsana Tuğba.