Ağzım burnum leş gibi kokuyordu ve ben sana dokunamamanın tarihini yazmaya çalışıyordum. Çok içmiştim. İçim dışım alkolle dolmuştu. Tarifi imkansız kederler içinde yüzüyordum. Senin yokluğun canımı acıtıyordu. Acı çekmek hoşuma gidiyordu. Giderek acımasızlaşıyordu hayat ve giderek parçalanıyordu kalbim. Uzaklık ve yakınlık kavramları üzerinde düşünüyordum. Seninle uzaktan yakından ilgili her kavram hoşuma gidiyordu.
Yağmurlar yağıyordu, mevsimler değişiyordu ve gözyaşlarım yağmur sularına ve kanalizasyonlara karışıyordu. Bu karışım iyi bir ikili, sonra kötü bir üçlü oluyordu. Bunu seviyordum; yağmurda ağlamayı.
Ellerim titriyor, nefesim giderek sıklaşıyordu sesini duyduğumda. Ama sesini pek seyrek duyuyordum. Ama yemin ederim duyuyordum. En azından birkaç kez duydum. Ama laf olsun diye değil gerçekten konuşmaya çalışan sesini. Yani bakkaldan ekmek almıyordun sesini duyduğumda. Acımasız bir hayata karşı kendini ve koruman gerektiğine inandığın herşeyi savunuyordun.
Sen hep camdan dışarı uzak bir yere, belki de sadece cama veya camın önündeki tül perdeye (ama kesinlikle bana değil) bakıyordun. Bütün acılara tül çekmek, bütün yaralara kabuk olmak, dünyanın bütün kırık kalplerini tamir etmek ve sonra herşeyi terketmek ister gibiydin. Biliyor muydun bir yaranın bazen kabuğunun altından da kanadığını? Sonrası imkansız düşler görüyor sonra bunları unutmak için çırpınıyordum. Düşle hayat birbirine eklemleniyor ve bunu sevmiyordum. Kendimi Borges'un düşlerine giren kelebek gibi hissediyor ben kelebek miyim diyordum ve bir kötü şair gibi soruyordum:" ben bir minarede güvercin miyim / ben kendine akan bir nehir miyim?" Anlamadığım diller konuşuyordun. Hayatı anlamsızlaştırmaya(mı) çalışıyordun. Oysa hayat zaten anlamsızdı... demeye dilim varmıyordu. Çünkü hayatın bir anlamı vardı ve bunu çözemiyordum. Seni çözemiyordum. Kendimi çözemiyordum. Küçük bir düğümü, gerçek bir düğümü bile çözemiyordum: Örneğin ayakkabı bağı.
Hayat sürüyordu bunu biliyordum ve bildiğim birkaç şeyden biriydi bu. Bildiğim başka şeyler de vardı ama söylemeye korkuyordum. Mesela sana bakmak... Mesela senin bana bakman...
Her şey tuhaftı. Ben, mevsimler, yağmur ve hayat. Ama sen hep çok güzeldin.