babam
babası olan bütün çocuk babaları gibi
upuzun zaman
bir yerlere gider bir yerlerden gelirdi
zembilinde portakallar olurdu
portakallarda dilimler
böler böler bize uzatırken
aslında
babası olmayan bütün çocuklara verirdi
portakal kokan elleriyle
saçlarımızı severdi...
benim babam elinde iğne iplik
dökülen düğmelerimizi diker, çoraplarımızı gözerdi
kar yağarmış, yağsın, bu Tanrının işi
babam bizi hiç üşütmezdi
üşüdük dediğimizde
üşüdüğümüz yerden öperdi...
benim babam her şeydi
kocaman gözleriyle dünyayı gözler
karıncalara ekmek kırıklar
kuşlara yem dökerdi
nerede dalı kırılmış bir ağaç görse
kırılan yerine merhem sürerdi
sanırdık ki ağaçlar
bu yüzden yeşerdi...
benim babam virgüle benzerdi
bütün olumlu cümleleri peşpeşe dizer
her cümle arasında eğilip eğilip
hem hiç görmediği Tanrıya
hem bizler için dua ederdi
aslında babam
bizim gözümüzde Tanrı gibiydi...
benim babam, öyle minicik değil
kocaman bir dağa benzerdi, devdi
hiç eksik olmasa da başındaki duman
etekleri altında
annem ile civcivlerini saklar, kartallara yedirmezdi
hiç eksik olmadı
kapımızın kilidi...
benim babam çiftçiydi, toprağı eşeler
durmadan tohum ekerdi
benim babam sadece çiftçi değil, dülgerdi
esen rüzgara karşı tahta çakar, tuğla örerdi
işte bu yüzden, gitti gideli
pencereleri yağmurlu
evimizin duvarında asılı duruyor resmi
uzanıp uzanıp
oradan tutuyor
nasırlı elleriyle ellerimizi
şimdi!...