Bilmeyecekler İçin

Uzun ve zorlu bir ayrılıktan sonra gelmişti eve. Yokluğu öyle oturmuştu ki içime, ona dokunduğuma, yanımda olduğuna inanamıyordum.

yazı resim

Hayat bir tekerrürdür dersem, umutlara ve düşlere hakaret etmiş olur muyum? Elbette ki, doğanın yaratıcı varlığı olan insana haksızlık etmiş olurum. Ama bazı şeyler var ki, sanki yaşamın herhangi bir zamanında yerine getirilmesi gereken bir ayin, bir zorunluluk gibi dayatır kendini. Farklı biçimlerde çıkar karşımıza. Ömrümüzün herhangi bir çağında, olur olmaz bir zamanında yakar içimizi.
Yaşadığımız bu tekrarların bir kader olduğunu düşünsek de, aslında bu, bizim yaşam karşısındaki duruşumuz veya yaşamdan olan beklentimizin bir sonucudur.
Olur olmaz zamanda yaşadığımız bu olayları bir tesadüf gibi adlandırmak ise yaşam karşısındaki acizliğimiz değil midir?
.....
Uzun ve zorlu bir ayrılıktan sonra gelmişti eve. Yokluğu öyle oturmuştu ki içime, ona dokunduğuma, yanımda olduğuna inanamıyordum. Babasız kalmanın değil, neden ve sonuç arasındaki zinciri çözememenin acısını yaşıyordum: hem de 6 yaşında. O gece sabaha kadar uyumamıştım. Gözlerimi kapasam, biraz uyusam, yine kaybolacak, gidecek yada aslında bu bir rüya ve ben uyursam bu rüya bozulacaktı.
O gece ve diğer geceler, güneşin doğuşunu bekledim; bazen uyuduğu odanın kapısında bazen de hasta numarası yaparak kucağında. Ama o hiç bilmedi kapısında kaç geceyi sabahladığımı.
....
Oynamak için zorlamıştım. Evleri uzaktı.Ben istediğim için oyuna kalmıştı. Uzun sarı atkımı başıma dolayıp, beni kara gömdüğünde kızmıştım. Oyunu bitirmiştim. Giderken, “yarın görüşürüz” demişti. Oysa ben küsmüştüm. Karşıdan karşıya geçerken araba çarpmış, ağır yaralanmıştı. İki gün sonra öldü. Ve o benim, iki gün boyunca hiçbir şey yemeden, içmeden, uyumadan ve konuşmadan kapısında beklediğimi bilmedi. Hatta bir daha uzun sarı atkı kullanmadığımı, kartopu oynamadığımı ve benimle kalması için bir daha hiç kimseye ısrarda bulunmadığımı da bilmedi.
.....
Üniversiteyi okuduğum şehre gelmişti. İnce bir davranış sergilemişti. Elimden geldiğince ağırlamaya çalıştım. Kusursuz olsun istiyordum bu ziyareti; hem konuğum olduğu için hem de eskilerden kalan tek yadigar olarak gördüğümden. Sebebini anlatamayacağım bir nedenle tartıştık. Kalbini kırdım. Hem de en sert ve acımasız sözcüklerle yaptım bunu. Hiçbir şey demedi. Sessizce kalkıp, gitti. O, hiçbir zaman arkasından terminale koştuğumu, yetişemediğim için üç saat peronda ağladığımı ve ona yığınla özür mektupları yazıp, göndermediğimi öğrenemedi.
.....
Peki ya şimdi? Gürültü ile akan bu derenin kenarında oturmuş yine hangi bilmeyecek için döküyorum bu gözyaşları. Ağzımı açamıyorum. Suya bile söyleyemiyorum derdimi; alıp, kendini bilmez ellere götürür diye susuyorum. Hiç bilmeyecek, dokuz yıl onu nasıl aradığımı, her gördüğüm insana onu sorduğumu, her mekanda onu bulma hayalini taşıdığımı.
Bu deli gibi akan derenin kenarında oturup, saatlerce onun için ağladığımı bilmeyecek.
Bilinmemesinden değil döktüğüm bu yaşlar, bu tekerrürün bir kadere dönüştüğünü görmekten.

Başa Dön