Soğuk bir gündü. Dalgın, düşünceli bir adam kalabalığın arasında yavaş adımlarla yürürken evine yakın bir sokakta ön ayakları ezilen bir yavru kedi gördü. Başkaları gibi geçip gitmedi oradan. Durdu ve baktı haline. Ne durumda olduğunu anladıktan sonra onu bir veterinere götürdü. Kedicik de sevimli mi sevimli. Ama acılı ve yardım edin dercesine mahzun bakışlı. Muayene masasında bir kez daha göz göze geldi minik kedi ile adam. Yaşamasını umut ediyordu. Yaşat beni dercesine bakıyordu minik kedi de.
Onu orada gözlem altında bıraktı ve çıkıp gitti. Henüz evine gelmeden bir haber aldı. Minik kedi ölmüştü. Bir hüzün kapladı adamı. Adımları ağırlaştı. Eve gitse ne olacaktı ki. Bir minik canı kurtaramamıştı. Olmamıştı. O cılız ses ve yalvaran bakışlar geldi aklına, hüznü arttı. Evine yaklaştı. Nereden çıktığını anlayamadan, bir anda güzel bir tekir kedicik çıkıp geliverdi ve ayaklarına sürtünmeye başladı. Az önceki habere mi üzülsün, yoksa şu gelen ve sevgi bekleyene mi sevinsin? Bir anda kalakaldı öylece. Bir süre baktı tekire. Bu şirin tekir sanki hüznünü dağıtmak için gönderilmiş bir armağandı. Gülümsemeye başladı. Onu kucağına alıp girdi bahçeye. Üç aylık ya vardı ya yoktu. Bu gece demek ki seninle sohbet edeceğiz, dedi. Dinleyip mırıldanıyordu tekir sanki anlarmış gibi.
Sevginin tek dili yoktu. İşte anlaşıyorlardı. Sevildiğini ve kabul edildiğini biliyordu sanki. Sevgi evrenseldi. Sevgi şiir gibiydi. Sevgi ilham gibiydi. Aniden gelivermişti. Küçük tekirin en hüzünlü anında geliverdiği gibi. Bu kadar cilveli, nazlı olduğuna göre mutlaka dişidir diye düşündü adam. Evet, bu bir dişi kedi idi.Ona bir isim koymalıydı. Ama önce yatacağı yeri hazırlamalıydı. Balkonun bir köşesine serdiği kumaş parçaları ile ona bir yatak hazırladı. Ve karnını doyurdu. Mutluydu kedicik. Kuyruğunu sallayıp duruyordu. Bir kedi için mutluluk kolaydı. Bu kadarcıktı işte. Doymuş bir karın ve biraz sevgi. Ne kadar mutlu şu an diye düşündü adam. Ve biz, biz insanlar mutlu olabilmek için ne çok şey bekliyoruz? Bir yandan kedinin başını okşarken tatlı mırıltılarını dinliyordu. Bu, adamı da sakinleştirmişti. Kendi vücudu üzerine kıvrılarak uyumaya başlamıştı kedi.
Bu kediye Gecem adını vermeliyim dedi. Hüzünlü ve mavi bir gecede gelivermişti. Artık onun adı Gecem idi. Gecem rüya görüyordu. Kıpırdıyor ve bacağı seğiriyordu. Bir yandan da kuyruğu sallanmaya devam ediyordu. Ne görüyordu acaba rüyasında? Çok merak etti adam. Ve bir kedinin mutluluğu bulmasını anlatan kısa bir hikâye geldi aklına. Hikâye şöyle idi:
Büyük bir kedi, kuyruğu ile oynayan küçük bir kediye sormuş: Neden kuyruğunu kovalıyorsun? Yavru kedi yanıt vermiş: Bir kedi için en güzel şeyin mutluluk, mutluluğun da kuyruğum olduğunu öğrendim. Bu nedenle onu kovalıyorum. Yakaladığımda mutluluğa kavuşacağım. Bunun üzerine yaşlı kedi şöyle demiş: Gençken ben de mutluluğun kuyruğum olduğuna karar vermiştim. Ama şunu fark ettim: Ne zaman onu kovalasam benden uzaklaşıyor, ne zaman kendi yoluma gitsem hep peşimden geliyor.
İşte böyle Mutluluk uğruna arayışlarda iken belki de yanı başımızdaki mutluluğun farkına varamıyoruz. Ve yaşamı ıskalayıp geçiyoruz. Mutluluk uzağımızda olmayabilir. Yeter ki geldiğinde ve kapıyı çaldığında onu duyup kapıyı açabilelim. Ve yüzümüzdeki en masum gülüşümüzle onu içeriye buyur edebilelim. Mutluluğu hepimiz hak ediyoruz elbette. Mutlu olanlardan ve mutlu edenlerden olabilmeniz dileğiyle. Mutluluk kapıyı çaldığında açın lütfen. Derin uykunuzdan uyanın ve açın. Demli çayınızı birlikte için. Ve merhabanın sıcaklığı ile ısınsın elleriniz. Duvarlarınızda çınlasın şen kahkahalar.
MUTLULUK
Mutluluk belki
Filizi yeşil,
Belki de pembe.
Mutluluk belki,
İçilen bir demli çay
Sevdiğinle.