"her boşluğa bir tanrı"
diyordu Romen şair Nichita Stanescu, İkinci Ağıt adlı şiirinde ve devam ediyordu şiirine:
"bir taş yarılsa, o saat
içine bir tanrı.
bir köprü ikiye ayrılsın yeter
o saat, içine bir tanrı.
asfalt yollarda,
bir gedik mi açıldı
hop içine bir tanrı."
şiirin ötesini yazmadım ama bu bölümler çok düşündürdü beni açıkçası..boşluğa gelip oturan tanrı'yı biz mi bulup getirmiştik; yoksa, tanrı'yı oturtabilmek için biz mi yaratmıştık boşluğu!..insan ruhunda gizlenen boşluk,nasıl ve hangi koşullarda meydana geliyordu böyle?
işsiz-güçsüz kalışın,duygu yoksunluğunun,nefret etmenin,kendinden tiksinmenin,sevmekten kaçınmanın,korkularımızın,sağlıkla ilgili sorunlarımızın,sosyal ve cinsel doyumsuzluğun,yalnızlığın,hüznün; yani insana dair olumsuzlukların yarattığı bir şey miydi boşluk?dipsiz bir kuyuya mı benziyordu ya da uçan bir buluta mı?yoksa, boşluğun adı biz miydik?bu bilinmezliğe gelip oturan tanrı,kimden alıyordu peki iznini? bir yığın sorular ürete ürete yanıt aradım kendime,buldum da;reytink!..
bir düşünün hele,"reytink"denen şey olmasaydı, boşluğa oturabilir miydi tanrı;oturamazdı değil mi?çünkü;reytinki yüksekler oturabilirlerdi koltuk denen kırmızı,arkalıklı,kolluklu,dört bacaklı sandalyelere...paranın gücüyle gerçekleşiyordu zamanımızda koltuğa oturma hakkı! "parası olan,koltuğu kapar" gibi bir anlayışın önünde elpençe yaşıyordu halk ki;koltuklara oturanların kılı kıpırdamıyordu gördüklerinden dolayı..hatta,oturarak şişiniyorlar,önlerinde diz çökenlerin kemiklerini sayarak eğleniyorlardı!..
siyaset denen şey,boşluğumuzun bir öğesiydi demek!..hem de en önemlisi!..
ey boşluğumuzu dolduran tanrı!..
sende mi onlara benziyorsun yoksa?
sakın inkar etme!..inkar etmek benim hakkımdı!..yalan ve tevekkül koydum "inkar"ın adını...yalanın yüzünde Polyanna'yı boyadım,tevekküle umudu aşıladım; yaşamak bir hoş geldi bana!..
şimdi
"yık" desen bütün dağları
yıkarım..
lakin
bir türlü açmıyorsun ağzını!..
açacaksın diye korkarım...
sahi,ne zaman korkuya kapılsak,sesimize söz olur tanrı..gök gürlediğinde mesela,mesela çakarken şimşek,ıslanıp üşüdümüzde ve kokusunu duyduğumuzda toprağın...ölümün yani!
lacivert elbisesini giymiş fırdöndü dünyanın,bizi esir alan yaşama sevinci midir acep,ölümdten korkutan şey?..zor bir soru!..
neden çığlık atar
bebeğini doğuran anne?
düşündüm
çözemedim doğrusu!..
oysa insan,durmadan bölünen,parçalanan canlıdır. bu sayede çoğalır ve kalıcılık kazanır.zamana karşı bir duruştur,inatlaşmadır bu!..hepsi aşk ile!. ölümsüzlüğün tek iksiri aşkta gizlidir bana kalırsa...bu iksirden içmeyi bilenler en kötü zamanlarda,en ölümlü çağlarda bile geleceğe hükmedecek canlılar üretmişlerdir kendilerine benzeyen...bu yüzdendir gülün güle,sineğin sineğe benzerliği ve de bebeğin bize!..
aşk
boşluktur desem
değil
aşk
doluluktur bence...
"evet" diyorsan eğer
veto hakkımı kullanıp
inkar ediyorum öyleyse...
çünkü aşk boşluktur
en kaba mindere
biz kılığında
gelip tanrı oturur...
aslında tanrı
aşk yüzlü insandır
kendini vurur...
bir şiirin ardına takılıp,söylendim biraz...kendime dokundum;kimseler yoktu!..tutunacak bir el aradım sonra;bulamayınca,kayboldum...
dilimde tek bir soru:
"neredesin"?!..
Tayyibe Atay