Kaosun hüküm sürdüğü günlerden birinde, ne veya kim olduğu hiç kimse tarafından görülememiş bir yaratık, almış eline som gümüş bir flüt, çalmaya başlamış onu durmaksızın.
Bir daveti seslendiriyormuş flüt.
Yaratık flüdünü çalmaya başladıktan kısa bir süre sonra, pegasus kılığına bürünmüş hayal gelmiş göklerden.
Kapkaraymış pegasus.
Kanatları mavimsi bir siyahmış.
Nalları gümüştenmiş…
Boynuzuysa gövdesinin karalığının tam tersine, bembeyaz ışıldıyormuş.
Yaratığın biraz ötesinde durmuş pegasus saygıyla.
Onun ardından, dev bir kaplumbağa kılığındaki tecrübe ayak basmış oraya.
Kabuğundaki çizgiler o kadar karmaşıkmış ki, başı dönermiş bakanın.
Başı, soylu ve güzelmiş kaplumbağanın.
Gözleri, birer kor misali parıl parılmış.
O da, ağır ağır kayarak, pegasusun ve yaratığın az ötesine gelip kurulmuş yerine.
Ve dinlemeye başlamış görülemeyen varlığın çaldığı, som gümüş olan flütü. Onun ardından, baykuş kılığındaki bilgelik gelmiş.
Körmüş baykuş.
Kahverengi bir gölge misali, kaplumbağanın yanından süzülüp, pegasusa eşit bir uzaklığa, yaratığın biraz ötesine pike yapmış ve taktirle dinlemeye başlamış çalınan müziği.
Sonra, tüm yaratıklar gelmişler dinlemeye müziği sırayla.
Ama hiç kimse görememiş flütü çalanı.
İnsan mıdır, hayvan mı, yoksa bitki mi; dişi midir yoksa erkek mi? Kimse bilememiş.
Ama biz biliyoruz ki, o yaratık, hem hayvan, hem insan, hem de bitkidir; hem dişidir hem de erkektir.
O yaratık, gerçektir…
Onun çaldığı flütün sesine ilk gelenlerse, hayal, tecrübe ve bilgeliktir.
] ] ]