] ]
BİR ŞEY GİBİ KÖTÜ
“İçinizde birşey hissedeceksiniz , birşey gibi kötü , birşey gibi anlatılmaz . Sadece ve öylece sarıveren etrafınızı . Herhangi bir yaşamışlık üstüne konan , o uçarı ve kimsesiz sevda gibi ya da hayır , hiçbir şey gibi. Yapmacıksız ve hiçliğe öylece gebe . İşte o an bağırmanın tam vaktidir.”
“Düşün” dedi . Günlerdir beyninde çınlıyordu bu kelime . Ne istiyordu ? Neyi düşünmesi gerekiyordu . Etrafındakilere göre düşünecek birşey yoktu . Sadece birisini etkilemek için bulunan o ufak oyunlardan birisiydi . Sonuçta hiçbir kapıya çıkmayan , hiçbir amaca yakınsamayan , düz , basit ve kendi halinde bir kelimeydi belki de . Üstünde bu kadar yorulmanın bir anlamı yoktu sanki . “Ama ya öyle değilse” diye geçirdi içinden . O zaman ciddi bir sorun vardı ortada , katedilmesi gereken uzun bir yol vardı .
Kurşuni bir yalnızlığın tüm benliğini kargışlarcasına, dingin ve tutarsız , oratsındaydı . Kelimeler , özellikle o kelime aklından öylesine geçiveren , anlamlandıramadığı hengamesinde yaşamının , koku dolu bir ıssızlığı ve sessizliği , kelimelere inat sessizliği yaşamak , belki de olası çıkmazlar içinde en halden bilmezi, en çirkefiydi . Günlerin geçişi değişmeyen bir pervasızlık sürerken gözlerinin önüne , o , olanca yoksunluğuyla dikiliyordu karşısına sevdasına boşluğun . İçinde bir şey apansız büyüyor , o , onu yakalamaya çalıştıkça kaçıyor , kaçtıkça şey onu yakalıyordu . Bir şeydi , ne olduğu ,niye olduğu ve ne zaman geleceği belli olmayan . Savsaklandıkça boğuyordu onu . Ama şiddetle kaçıyordu gün ışığından . Savaşmaktan çok vurkaçtan yanaydı . Şimdi bir de bu kelime çıkmıştı başına . Belki dikkatsizce söylenmiş ama onun bütün vahşetini arttırmıştı .
Sıkılgan tavırlarla nereye varacağını izliyordu . Bir yandan da o kelimeyi söyleyene kızıyordu . “Bir ipucu vermeliydi . Bana biraz yardım etmeliydi . Bir çıkış yolu göstermeliydi.” diyordu. Böyle ortaya çıkıp küt diye “düşün” denir miydi? Bu bir insanın boğazına ip geçirmekten de betredi . O zaman ne olacağını biliyordu insan , ya şimdi ?
“Oturup ona mektup yazmalı” dedi . “ Ne istediğini , nasıl ve ne hakla ve neye dayanarak istediğini öğrenmeli” dedi. Sonra bunun kendisini küçük düşürmek olarak gördü . O söylemeden ne olduğunu bulmalıydı , bu problemi çözmeliydi . Belki kitaplarda buna benzer birşey bulabilirdi ya da bu işe daha önce bulaşmış birisini bulup ona sorabilirdi . Ama bu yapma bir rahatlık sağlayacaktı ona . Eğer varılacak bir nokta varsa o noktaya tek başına varmalıydı . Yoksa ne anlamı kalacaktı ki ? Sonuçta ona söylenen “düşün” git başkasına sor anlamına gelmiyordu ki . Hem bu içindeki şeyi de tatmin etmeyecek aksine iyice azdıracaktı . Bu yargıya nasıl vardığın bilmiyordu . Kontrolsüz bir içtepiydi bu belki . Kendine tam olarak egemen değildi . Sanki o , egemenlik hakkını bir başkasına vermiş , oy çokluğuyla (bir oy) başa geçen bu kişi de , onu istediği gibi yönetiyormuş gibi geliyordu ona . Acaba geçen seçimlerde meclis üyelerini seçerken böyle birkişiyi de seçmesi mi gerekmişti? Belki de öyleydi . Eğer egemenlik kendisinde değilse , yaptıklarından da sorumlu olamazdı , dilediğini yapabilir , sonra da egemen kişiyi suçlayabilirdi . Bunu diğere insanlarla anlatması biraz zor olacaktı ama mutlaka onlar da böyle bir kişiyi seçmiş olmalıydılar , belki farkında değldiler .Ama o anlatınca hemen anlayıvereceklerdi . Evet , evet , diyeveceklerdi , biz sadece bu ülkeyi yönetmeniz için oy vermiştik , bize bundan , bizi de ayrı ayrı egemenliğimizden edeceğinizden söz etmemiştiniz . Şimdi verin tüm egemenliklerimizi geri , sizi feshediyoruz , kendi krallığımıız ilan ediyoruz , diyeceklerdi . Bunu söylemeliydi insanlara , böylece elini kolunu bağlayan o şeyden kurtulabilirdi. Bu kelimenin altına şıkısıp kalmayacaktı . O zaman düşünebilecekti . Ne güzel olacaktı , bu sanrıyla kendini rahat hissetti . Belki de onun istediği buydu , eğer öyleyse sevilmeye layıktı . Tam bunu ona yazacakken uykudan uyanmıştı . Kendine lanet etti , daha bir arpa boyu yol alamamıştı . Oysa o bundan farklı birşey istiyordu . “Ne istiyorsun benden” diye haykırdı ve uyudu .
O günlerde “surat asma hakkını” kullanıyordu . Etrafındakler pek anlamıyordu bunu . Anayasada yada herhangi bir yasada böyle bir hak yoktu . Belki de o yasalara aykırı iş yapıyordu . Hem diğer insanlar böyle bir haktan bahsetmiyor , eğer suratlarını asarlarsa bunu bir nedene dayandırıyor , hiçbir şey bulamazlarsa suçu “can sıkıntısı” diye birisine atıyorlardı . Çok patavatsız ve sağı solu belli olmayan birisiydi bu can sıkıntısı , olur olmaz zamanlarda gelir insanların yüzlerini asmalarına neden olurdu . O olmasa hep gülecekti insancıklar . Görüldüğü yerde vurulması istendiğine dair söylentiler vardı . Ama bizimkli suçu ona atmayı doğru bulmuyordu . Kafası öyle karışık , içi öyle doluydu ki yüzünü asmaktan başka şansı olmadığına inanıyor ve bu hakkı kendinde görüyordu . Bunu yasalara koymamak yasa koyucuların düşüncesizliğiydi . İnsan ağlamak , gülmek , surat asmak gibi haklarının güvebce altına alınmamasını yadırgamalıydı . Peki ama bunun onunla ne ilgisi vardı ? acaba gidilmesi gereken yoldan uzaklaşıyor muydu ?
Şey , içinde bir o yana bir bu yana gezinip duruyordu . Ardısıra “düşünmek”i de sürüklüyordu . Şey , nereye gitse düşünmek oraya takılıyordu . Kendisine verilen emrin yerine getirilip getirilmediğini öğrenmek için aranmamıştı da . Belki de çoktan unutmuştu . “Niye debelenip duruyorum ki?” diye soruyordu , sonra da “daha yeterince debelenmedim” deyip geçiştiriyordu . Aslında artık emri verenden çok emrin kendisini önemsiyordu . Sonuçta bu kelime kendisini düşüncesizlikle suçluyordu . Hayır efendim , düşüncesiz filen değildi . Nereden çıkarıyorlardı bunu . Kimi kırmıştı bugüne dek, kimin tavuğuna kışt demişti. Çok yanılıyorlardı . Aslında bu emri verenlerin düşünmesi gerekiyordu . Hatta bu konuda bir rapor hazırlanıp ona sunulmalıydı . Raporda kelimenin tarihçesine, çeşitli dillerdeki anlamlarına kesinlikle yer verilmeli ve ne istendiği açık şekilde belirtilmeliydi . En ufak belirsizlik halinde rapor geri çevrilerek yeniden yazılması için iade edilmeliydi . Yasal süre dolduktan sonra yapılan başvurular dikkate alınmayarak haklarında bakaya işlemi yapılmalıydı . Evet , önce o düşünmeliydi . sonra kendisine ne düşündüğünü iyice anlatmalı ve oturup ikisi beraber yorumlamalıydılar . Belki o zaman istedikleri kapıya çıkacaklardı . Onları içeri buyur edeceklerdi . Rahatlayacak ve huzurla uyuyacaklardı . Acaba o bunları düşünüyor muydu ? Sonunda onu aramaya karar verdi .
Sıradan birgündü o gün de , iş yerine gitti , biraz oyalandıktan sonra heyecanla telefona sarıldı . Bir yandan heyecanlanıyor , bir yandan korkuyordu . İki ayrı işi aynı anda yapabilmek ne kadar güzeldi ve telefonun çalmaya başladı . Karşıdan sabah mahmurluğuna batırılmış bir ses cevapladı telefonu . Önce selamlaşma ve hatır sorma seviyesi aşıldı . O önemli ana yavaş yavaş yaklaşmak istiyordu . Bunun tadını çıkarmalıydı . Biraz konuştular ve artık o an gelmişti . “Benden birşey istemiştin hatırlıyor musun?” dedi, “Ne gibi?” diye sordu karşıdaki ses. Sesinde bir değişme yoktu . Yoksa hatırlamıyor muydu ? “Düşünmek gibi !” diye haykırdı birden . Acı içindeydi. “Sen hala orada mısın?” dedi karşıdaki ses , büyük bir şaşkınlıkla . Yıkılmıştı . “Şey, zaten sende ses çıkmayınca , ben ,şey , düşündüm , yani benimle ilgilenmediğini , ben de .....” . gerisini dinlemedi . O bağırmıştı , halbuki bu süre içerisinde , tüm benliğiyle , tüm hücreleriyle bağırmıştı hem de , hiç sesi kalmamacasına , yırtınırcasına , ama sesi ona yetişmemişti. Bir şarkı gibi , çok sevdiği , “yetişmiyor sana sesim , bekliyorum gelmiyorsun” , beklemişti , ama olmamıştı , demek “yollar bu kadar uzun” du . Bu yıkkınlık aldatılmaktan, kovulmaktan çok farklıydı . Öylece kaldı , yıkkınlık hakkını sonuna kadar kullanmakta kararlıydı , en azından bu hak tanınmalıydı ona . İçinde bir şeyin yeniden büyüdüğünü hissetti , bir şey gibi kötü , bir şey gibi anlatılmaz .
Dündar BAYRAM