Genç Bakış'ta gençleri izliyorum. Gözlerimin önünden bir film geçiyor. Yirmi küsür yaşında gençler Cengiz TOPEL'leri, kürt meselesini, türbanı konuşuyor. Alt yapılarının, bilgilerinin az olduğu her hallerinden belli.Çoğu sosyofobik,titrek seslerle kalabalıklar önünde konuşmaya yetersiz, ürkek.. Israrla en önemli gündemin işsizlik olduğu söyleniyor. Bu konuşulmuyor. Biz de burada yeterli yetersiz siyaset yazıyoruz, kendi iç dinamiklerimizle yaşadığımız ülkenin, dünyanın günceline yenilip konuşuyoruz. İktidar yanlısı, TSK düşmanı, Kürtçü, liberal, Ergenokoncu, dinci vb. bir takım üzerimize yapışan kimlikciklerle fikirler üretiyoruz. Ama 20 yaşındaki gençlerin kendi geleceklerini doğrudan etkileyecek meseleleri hamasi ve afaki olarak bu denli yoğun tartışmaları bana acayip geliyor. Gençlerin siyaset yapmasından yanayım hep. Onların genç ve dinamik beyinlerinden faydalanılması taraftarıyım. Ama bu kadar da şuursuzca, bu kadar magazinleşen, basitleşen siyasi polemiklerin içinde olmalarına çok üzülüyorum. Tabi ki hukuka, sosyal, ekonomik olaylara, tarihe duyarlı olacaklar, düşünecekler. Ancak bakıyorum ki kendi gerçek sorunları ile ilgili, ergen meselelerine dair ciddi bir söylemleri yok.
Çocuğum üniversite de okuyorsun, sanayi de bir kaportacıda çalışıyorsun, cebinde kaç para var, en son ne zaman sinemaya gittin, sevgilin var mı?Onunla ne zaman yemeğe çıktın, ne zaman korsan olmayan bir kitap ya da CD aldın? İstediğin kıyafetleri giyebiliyor musun? Bir müzik aleti çalabiliyor musun? Dil kursuna gidebiliyor musun? Yurt da rahat mısın? Ev tuttun diyelim, kirasını rahat ödeyebiliyor musun? Eğlenebiliyor musun? Tatile çıkabiliyor musun? Sana ne bre saf ve temiz çocuk Yargıtay'ın üye sayısından. Hiçbir mesele, hiç kimsenin tekelinde olamaz, olmamalı biliyorum. Ama ileride mesleğin olacak dalda bir proje geliştirdin mi? İşini iyi yapmak adına canla başla çalışıyor musun? Üretime dair bir proje geliştirdin mi? dersleri takip edebiliyor musun? Okulu asıyor musun ya da?
Takmışlar 12 Eylül'e, Erdal EREN'e, 28 Şubat'a, cemaate...
Yaklaşık 15 yıldır ilköğretim düzeyinde de olsa eğitimin içerisinde olan, bu konuda kafa yoran, gözlemleyen, ülkedeki ve dünyadaki gelişmeleri takip eden, doğruyu ve iyiyi uygulamaya çalışan biriyim. Orta öğretimi ve yüksek öğretimi de sorguluyorum dolayısıyla. Geldiğim nokta iyi şeyler göstermiyor. Bir başarısızlık var ortada. Yıllarca hep sistemleri eleştirdik. Sorun sistemlerde değil, sistemlerin uygulanış biçiminde. Öğretmenler odasında sürekli çocukları eleştiriyoruz. Şöyleler, böyleler, derse ilgisizler diye, ama biz eğitimciler olarak ne yapıyoruz? Mesela bir tiyatro oyunu sahnelemeye çalışsanız, gözlerindeki parıltıyı görürsünüz. Fakat öğretmen de bıkkın. Çoğumuzun, ekstra bir etkinlik işimize gelmiyor. Bu sene kulüp çalışmalarında Sosyal Dayanışma ve Yardımlaşma Kulüp'ünde görevliyim. Onlara ilk derste yakınlardaki bir huzurevine gidebileceğimizi söyledim. O günden beri neredeyse her teneffüs yanıma gelip, ne zaman gideceğimizi soruyorlar. Onlara bir iş verdiğimizde, bir proje geliştirdiğimizde canla başla çalışıyorlar. Nasıl bir faaliyet düzenliyoruz öğretmenler olarak? Bu özeleştiri silsilesi boğacak beni bir gün. Liselerde ve üniversitelerde de aynı şeyi gözlemliyorum. Çocukların, gençlerin enerjilerini kanalize edecekleri verimli alanlar yaratamıyoruz. Zekalarına, ilgi ve istidâtlarına uygun şekilde yönlendiremiyoruz. Sonra da o küçücük bebeleri Kürt sorunundan, Osmanlıdan, parfümden, içkiden, seksten, havuzlu villadan Danıştay kararlarından, falan bahsederken buluyoruz.
Ülkemizdeki siyasetin ilkel söylemleri içinde tanıyorlar her şeyi.
Şarap kültürünü, dünyadaki içki tarihini, bunun üretimdeki yerini, iyi rakıyı, bunun kültürel oluşumunu bilmiyorlar. Heykel sanatıyla çirkin bir yerde buluşuyorlar. Osmanlı mutfağını, Uzak doğu mutfağını, Fransız, İtalyan mutfağını rezilliğin daniskası, entrika ve bilgisizlik yumağı "Yemekteyiz" den tanıyorlar. Kapanmayı, inançlar, ritüeller, doğmalar, paradigmalar üzerinden değil, türbanlı kızlar üniversiteye alınmalı mı, alınmamalı mı basitliğinde tartışıyorlar. Resmi bilmiyorlar, dünya müziklerini bırakın derya deniz Türk müziğini tanımıyorlar. Reşat Nuri'yi Ali Rıza Bey'den, Kanuni'yi pembe dizi kıvamındaki "Muhteşem Yüzyıl" dan öğreniyorlar. Okumuyorlar, öğrenemiyorlar, operaya, sinemaya, tiyatroya, spor etkinliklerine gidip, herhangi birine aktif olarak katılıp dinginleşemiyorlar.
Çoğu kişi cemaatleri, menfi yönde eleştiriyor. Hayır. Cemaatlerin yaptığı en önemli şey işte budur. Sohbet adı altında insanların talep ettiği bir alanda bir boşluğu doldurup, bireyleri tam da istenildiği üzere bir yere angaje etmektir.Amaca sistematik olarak ulaşmanın en doğru yoludur.
Bence gerçek özgürlük ne yapacağını bilebilmektir. Bu da evrensel formlarda, genel geçer doğrularla, iyi eğitilmekle mümkündür. Alanı ne olursa olsun iyi eğitilmiş ve eğitimini verimli şekilde kendisine ve çevresine yansıtabilen, üreten insana ihtiyacımız olduğu kesin. Çok zor ve karmaşık gibi görünse de iyi yönetimlerle, doğru stratejilerle başarılamayacak şey değil.
Hepimizin elimizden geldiğince bu konuda yapabilecekleri var diye düşünüyorum ve umudumu hiç kaybetmemeye çalışarak...
