Bu aralar ne mi yapıyorum ?

Ama neticesinde fikren daha bir verimsiz geçmekte. Otuz ikinci baharımın sonlarına doğru geldiğim yer; henüz bir yer düşlememiş olsam da ,olmayı düşleyeceğim hatta gelmiş olmaya razı bile olabileceğim bir yer gibi görünmüyor bana hiç.

yazı resim

Önemsiz bedenimi gezdiriyorum oradan oraya. Hayatın anlamını aramaktan henüz bulamamışken vazgeçmiş olmanın rahatlığı ve sıkıntısı arasında, tıpkı bir metronomun hareketleri gibi bir o yana, bir bu yana gidip geliyorum. Metronomdan tek farkım gidiş gelişlerimin eşit ve senkronize olmayışı. Zaten hayatımın hiçbir dönemi ve alanında senkronize ya da düzenli olmayı seçmedim ki ben. Eminin başka biri olsa seçmedim yerine başaramadım ki derdi bu durumda. Ama ben iyi kötü , doğru yanlış , başarı , başarısızlık ,galibiyet mağlûbiyet, günah sevap gibi kavramları kendimce ve gerekliliğine tüm kalbimle inanarak yeni baştan şekillendirdiğim için olsa gerek bu durumun hayatımdaki karşılığı seçim ya da ret şeklinde vuku buluyor hep.
Neyse konumuza dönelim bu aralar düşünce dünyam biraz karışık. Halbuki eskiden daha yoğun olmasına karşın bu kadar karışık ve problemli değildi. .Eskiden nedenini bilmeden sıkılıp dert ettiğim mefhumlar şimdi kafamı daha bir bilinçli kurcalayıp kafamdaki tilkilerin sayısını ve hareketliliğini artırıyorlar. Hayattan öğrendiklerime yeni bir şeyler eklendi bu günlerde. Bildiğim her şey aleyhime. Adeta bir savcı gibi her gün aleyhime delil toplamakla geçiyor günlerim. Yeni bir takım şeyler öğrendikçe hayatla aramdaki mesafe kocaman bir yarık olmaya başlıyor. Gene hayattan öğrendiğim ama biraz hırstan yoksun felsefem gereği yarık büyüdükçe onu aşma, karşıya geçme isteğim artıyor gibi görünse de; onu aşma konusundaki gerekliliği sorgular oldum bu günlerde.
Nedenler kafamı kurcalarken felsefe, sosyoloji ve bilim gibi kavramların hazır çözüm diye sunduğu kalıplar gittikçe silinmeye dolayısıyla yanlış yaptığımı bile bile bu kabil kavramları daha az önemsememe yol açıyor. Gene bu duruma çare olacak şey bence problemin kendisinden geçiyor ya ; oda problemin doğru teşhisini gerektirmekte. Ben sanırım o teşhisten yana yapmıyorum tercihimi. Ve yine aynı doğrultuda harcamak yaşamsal enerjimi nedense bana zül gelmeye başladı bu günlerde. İtiraf etmek gerekirse bu hoşlandığım ve pekte alışık olduğum bir ruh hali değil.
Eskiden beridir hakkında söz söylemek istediğim konular, favori kavramlarım hatta ideolojimin temel olmasa da üst yapıdaki bir takım yaptırımları bile, yaptırım olmaktan ziyade eski birer anı gibiler hafızamda. Yapılan eksik, gedik işlerin ah-ı, vah ı yerine tam dediğim ve hatta bazı gurur duymuş olduğum işleri bile yeniden gözden geçirme isteği ; ve sonra bunan harcanan zamana ve enerjiye acınarak geçen kısa bir değerlendirme süreci.
Hayatımdaki olması gereken yada olmayan şeyin aslında bir eksiklik yada boşluk olduğu kanısında değilim. Daha çok olanların dozunda bir problem var sanıyorum. Yokluğun çoğu bir tek aşkta vardır zaten. Yoksa yoktur ; varsa vardır. Ama mevcudun azlığı sıkıntı yaratabilir pekalada. Kaybedilmişlerden daha acı olan kazanılamamışlar var hayatımda hep. Ve belki de ömrümde sadece bu dönemde en az; hatta neredeyse hiç istemiyorum büyük sözler etmeyi. Zaman zaman iddiacı yapımın bir takım altyapı eksiklikleri sonucu bazı konularda beni soktuğu sıkıntı hallerinin bir neticesi de değil bu durum. Ama bildiklerimin ışığında bu durumda ya eskisi gibi bir yadsıma veya bilmiyorum işte yahu diyememek sorumluluğunu yüklemesi bildiklerimin ; bir yığın gibi çullanıp ruhumun üzerine düşüncelerimin bir kekemenin cümlelerine benzemesini sağlıyorlar.
Neticesinde eskiden koyu gri bir şafağa gebe diye kendimi avuttuğum sıkıntılı akşamlarım ve gecelerim şimdi daha bir düşünceli. Ama neticesinde fikren daha bir verimsiz geçmekte. Otuz ikinci baharımın sonlarına doğru geldiğim yer; henüz bir yer düşlememiş olsam da ,olmayı düşleyeceğim hatta gelmiş olmaya razı bile olabileceğim bir yer gibi görünmüyor bana hiç. Yol göstereni beğenmeyecek kadar biliyor olmak, ama yolu tek başına bulamayacak kadarda cahilce davranmak kurgusunu kafamdan geçirirken ; ne içtiğim sigaranın markasını değiştirmek ne de eşin dostun tavsiyesi yaramıyor bana bir türlü.
Geçen gün, galiba sıkıntı kelimesinin anlamını öğreniyor hayat bana diye geçti içimden. Ama değildi, zira bilirdim eskiden beri anlamını o kelimenin ben. On altıncı yaşımın kış ortasın da tıpkı pencereden her baktığımda gözüme biraz daha azametli görünen bir dağ gibi ;her akşam eve dönen babam daha kırk dördünde, üçüncü kalp enfarktüsüne yenik düşmemişimiydi. Ve ben Erkin babanın Yoldan geçenler var da her akşam gelenler nerede nakaratını o gün gerçekten anlamış mıydım. Daha onu bir babanın dışında bir insan olarak gerçekten tanıyamadan, sevemeden, uzlaşamadan; daha gerçek bir fikir ayrılığı yada kuşak çatışması bile yaşayamadan göçüp gitmemiş miydi. Ve gidişinden, olmayışından ve artık asla olamayacağından çok bunlara üzülmemiş miydim ben. Peşi sıra gelen dönemde bin bir türlü sıkıntının, hem de göğüs germe gereğinden bihaber biçimde tam ortasında bulmamış mıydım kendimi.
On yedi yaşımın problemlerine yirmi üçümde vakıf olup yirmi beşimde zaman aşımıyla kurtulmamış mıydım onlardan. Yaşantım tıpkı okul öncesi okuma yazma öğrenmiş bir çocuğun birinci sınıf sıkıntı ve ilgisizliğine benzer bir durum arz ediyor hep. Erken demek için çok erken oluyor ya ;yada geç demek için artık çok geç. Halbuki diğer konularda zamanlama problemi yaşamazken; neden tercihler, atılımlar, kararlar yada aşk ta hep bunu yaşıyorum ? Gerçi zamanlama gösterilecek bunun dışında ne kaldı ki dediğinizi duyar gibiyim. Ama var bir şeyler daha inanın bana. Yada ben varolduğuna inanıyorum. Hayatımı futbolla kıyasladığımda ki bence bu çok benzeş olacak; hep doksanıncı dakika golleriyle kazandım maçı ya da beraberliği. Ama artık yeter . Devre arasına en azından bir sıfır önde girmek istiyorum bundan böyle. Bunun için gereken ne mi ? İnanın bilmiyorum ama inanın bulacağım .
Gültekin BAYIR
17.Haziran.2000
03:49:16

Başa Dön