Bazen an’a dokunup kaybedersin sonra
Bazı şeyleri açıklayamazsın
Sadece görür, hisseder ve yaşarsın.
Ve küçücük bir soru işareti olup
Silinirsin zamanla.
Gözlerinle anlatamadığın onlarca düşünce
Takılı kalır gönlünde.
Yavaş yavaş çözülüp düşerler geçmişe
Ve gün gelir tek bir iz kalmaz o an’dan, o bakıştan, o histen.
Oysa beklersin, ta ki bir sonraki buluşmaya;
Bir mucize olup da yollar kesişinceye kadar...
(O mucizenin hiç gerçekleşmeyeceğini bilerek, beklersin...)
*
Hayatımız boyunca an’lara takılıp kaldığımız kaç serüven geçer başımızdan? Gün gelir bir tekini bile hatırlamayız, silinir usumuzdan. Yolda dalgın dalgın yürürken ya da varılacak yere giderken koşar adım, gözlerimize bir çift göz takılır, bir çift göz düşer yüreğimize. Küçücük bir an’dır takılan aslında. Bir çift bakış, hissediş ve ayrılış... Tüm bunlar üç saniyede olur. Ve başlamadan biter bu serüven, tıpkı diğerleri gibi. Arkamıza bile dönüp bakmadan, adımlarımızı daha da sıklaştırarak, gideceğimiz yere –o yer kaçacakmış gibi- yetişmeye çalışırız. Oysa kaçırılan, ömrümüzü kaplayacak bir aşktır belki de.. Kimbilir...
Adımlar yüreğe inat hızlanır, dört nala koşan bir at’a dönüşür. Yürekse, bir süreliğine de olsa o an’da kalakalır. Hep o üç saniye geçer bir şerit gibi, aslında geçen bir ömürdür; ömrümüzce arayıp bulamayacağımızdır.
Hayatımız boyunca an’lara takıldığımız çok serüven geçmez aslında başımızdan. Bir, iki, en çok üç. Sözlerin kaybolduğu, gözlerin konuştuğu ama anlatmaya sığdıramadığı bir an yakalarız ve göz göre göre elimizden kayıp gitmesine izin veririz.
*
O üç saniyeyi hissettiğiniz an’ı tutup yakaladınız mı hiç? Zamanı kendi ellerinizle durdurdunuz mu? Tutup baktınız mı? Dinlediniz mi? Konuştunuz mu sağanak bir yağmur tadında? Tanıdınız mı? Göğsünüze bıçak gibi saplanan onlarca acıyı, arayıp bulamayışı, bekleyip göremeyişi anlattınız mı? Suskunluğunuzun ardına gizlediklerinizi itiraf ettiniz mi? Yoksa, hayatınızda belki de sadece bir kere yakaladığınız o yürek akışını içinize gömüp bile bile elinizden mi kaçırdınız?
O üç saniyeyi dakikalara taşıyabilme fırsatı geçseydi elinize neler dökülürdü dilinizden? Yoksa, yanınıza toplanmış kalabalığı yarıp ulaşamaz mıydınız ona? Çevrenizdeki tanıdıklar sizi yabancı mı bırakırdı?
Hiç yarıp geçmediniz mi o kalabalığı? Sizi yabancı kılan o tanıdıkları aşıp ulaşmadınız mı ona? Tutup elinden çekmediniz mi sessizlik sokağına? Gözlerin haykırışını dile dökmediniz mi? Dökemediniz mi ya da ?.. Yüreğinizde sakladıklarınızı bir sıcak tebessüme doldurup taşırmaya mı çalıştınız sadece? Peki, o utangaç tebessümünüz ne kadarını anlatabildi düşüncelerinizin? Sorularınızdan kaç tanesine yanıt alabildiniz? Hiçbirine mi?..
*
Etrafınızdaki kalabalığın kaybolduğunu hissettiniz mi hiç? Hiç dünya ikinizin etrafında dönüyormuş gibi oldu mu? Peki o kalabalık onu çekip aldığında dünyanızdan, kelimeleriniz dudaklarınızda dizili kalmadı mı? Oysa dokunulsa neler dökülecekti o dudaklardan...
Yazık, dokunamadık ikimiz de...
Bulup Kaybetmek
Bazen an’a dokunup kaybedersin sonra Bazı şeyleri açıklayamazsın Sadece görür, hisseder ve yaşarsın. Ve küçücük bir soru işareti olup Silinirsin zamanla. Gözlerinle anlatamadığın onlarca düşünce Takılı kalır gönlünde.