Şu sıralar "Gönül Dili" başlıklı bir yazı üzerine çalışıyorum. Derdim, küfür, hiddet, sözlü şiddet, rencide edici alaylı konuşma ve ötekileştirmenin toplumsal kırılganlığa yol açtığını, birlik ve beraberliğin sekteye uğradığını anlatmak.
Biraz önce Milli Eğitim Bakanı Sayın Mahmut Özer'in bir açıklamasını okudum. Sayın Özer "Sanki biz sınavla öğretmenin yeterliliğini ölçüyormuşuz gibi bir manipülasyon ortaya çıktı. Kimin haddine ki, öğretmenin yeterliliğini ölçmek? Bu isteğe bağlı bir kariyer sistemi, zorunlu değil." diyor. Bu cümleyi okuyunca bilimkurgu filmlerinde devreleri karışan bir robotun doğru cümle kuramayıp, anlatım bozukluğuna düşmesi, hatta anlatamaması manzarasına bakıyor gibi oldum. Bir şey anladıysanız bana da anlatın. Bir şeyleri ölçme haddiniz değilse, sınavı niye yapıyorsunuz? Bir şeyleri ölçüyorsanız neyi ölçüyorsunuz Sayın Bakan? Kızılcık şerbeti ölçmüyorsunuz ya...
Yine bugün Hürriyetçi Eğitim Sen Kocaeli Şubesi başkan yardımcısı Taşkın Canyılmaz ile sohbet ederken Sayın Bakanın "Öğretmen dertleriyle derman buluyoruz" dediğini öğrendim. Allah aşkına bu nasıl bir narsistlik ki, başkasının derdi kişiye derman oluyor.
Ben bu yirmi yıllık süreç içinde hükümeti bir çok konuda eleştirdim. Ancak cahil bir topluluğun bile kendi ülkesinde, kendi toplumunun geleceğini tehlikeye atan bir yönetimi olduğunu görmedim, duymadım. Yapılanların hatadan çok kasıt olduğunu zaman zaman düşünmekten kendimi alamıyorum. Bir tane iyi bir şey görsem, yeminle hepsinin ellerini öpeceğim, ama yok. Siz söyleyin ben ne yapayım?
Biliyorum, onlar beni bozgunculukla itham edecekler. Pekâlâ ben onları neyle itham edeyim?
Başta söylediğim gönül dilini bu insanlara karşı kullanırsam, bu dile yazık etmez miyim? Gönlü olmayanlara bu dille nasıl hitap edilir, nasıl iletişim kurulur?
Neruda'nın dizeleriyle bitirmek istiyorum bu yazımı.
"Bana göre değil bu rezillikler.
Bana göre değil ot olmak, mezar olmak,
ıssız bir tünel olmak, bir cesetler mahzeni,
acı içinde ölmek, kaskatı kesilmek"
2 Kasım 22
Gölcük