Çok Mani Bir Mektup

Biraz kırık, biraz dökük duygular. Üstüste gelmişler hayalleri oluşturmuşlar. Gerçekleşmeyecek duyguların üstüne bastırmak; kişinin sevinç, güven ve her türlü etkinliğinin normal olmayan bir biçimde arttığı ruh hastalığını, maniyi çıkarmış ortalığa. Aslında bu bir mektup, okuyanı yok.

yazı resim

Seninle ilgili (bizimle) çok güzel hayallerim vardı benim. Öncelikle biz birlikte olacaktık, hep. Ya senin zamanında ya da benim zamanımda, fark etmez bana. Ayrı odalara kaçıp, birbirimize mektup yazacaktık sonra. Bazen, yazma yeteneğimiz köreldi sanıp ayrılacaktık ve kalplerimizi bir tutacaktık ki yeteneğimiz bizde kalsın, bizimle yaşasın. Sonra birleşecektik, siyah beyaz dünyamızda.

Oraya taşıdığım çiçekler var. Siyahın içinde koyuysa renkleri bil ki kırmızıdırlar; ben kırmızıyı çok severim de. Sen beni tanıyamadın hiç. Bana seni tanıtan cümleler bıraktın, bir de satır araları. Onlara rağmen (belki de onlar için / yüzünden / sayesinde) ben seninle olmayı kabul ettim. O günden beri seninleyim işte. Sen kiminlesin bilmem.

Neden sonra benim hayallerim vardı seninle ilgili, bizimle aslında. Biz, birlikte gösterecektik insanlara mesafenin sorun olmadığını aşkın, tutkunun var olduğu yerde. Benim alevlendirdiğim bu tutku seni de sarar, sarmalar diye düşündüğümden sana fikrini sormadım aslında ben. Yok, yok. Cesaret edemediğimden.

İşte biz, uzun uzun yollar yürüyecektik seninle. Zarif, narin bedenin yorulacaktı, dinlenecektik. Ben senin elmacık kemiklerinde uyumayı sevecektim en çok, düşünceli gözlerinde kaybolmayı bazen de. Kahvelerimiz hep zifiri karanlık olacaktı ve birden ayılacaktık içtiğimizde. Hayat, bize zifiri karanlık kahveler sunacaktı, birimiz içmese, diğerimiz uyaracaktı. Biz seninle karı - koca, ya da sevgili olmayacaktık. Hayat arkadaşı olacaktık. Aynı sazı çalan çalgıcılar olacaktık ve hep aynı şarkıları söyleyecektik; insanların kulakları tıkalı.. Duymazlar, duymuyorlar...

Ellerin soğuk, diyecektim sana bazen, gözlerin beni görmüyor mu artık? Sen, yok öyle bir şey, demeyeceksin bile. Susacaksın. Hep. Ve ben senin suskunluğunda daha çok kaybolacağım senin içinde. Senin için. (Bizim)

Yeri gelecek beni en çok sen anlayacaksın sanacağım, sustuğundan hep. Ve o yeri gelmiş zamanlarda sana sinirleneceğim, susma, diyeceğim. Konuşsana be adam! Belki kapıyı çekip çıkacağım, belki gelmeyeceğim günlerce. Sen bana mektuplar yazacaksın ama yollamayacaksın hiçbirini, sen gittikten sonra okuyacağım onları ben ve ağlayacağım. Gereksiz.

Senin sakin tarafınla benim hareketli yönlerim birleşecek, tamamlayacak dengeyi. Sen sustukça ben konuşacağım eksik bir şey kalmayacak diyaloglarımızda. Ben yersiz güldüğümde senin ütülü suratın özür diler gibi bakacak kalabalığa. "Affedin, kendisi biraz kaçık!" Yine de seveceksin beni, öyle umuyorum. Umuyordum.

Kahve içiyorum. Zifiri. Senin gittiğini ve bizim hiç görüşemediğimizi düşünerek hayıflanıyorum biraz. Eh, bir de kederlendim ya? Sigara yakıyorum. Ağaran günü izliyorum, müzik dinliyorum. Gülümsüyorum, kendime. Ayıldım da sanırım biraz. Şu yaptıklarıma, sağa sola senin kadının olduğumu söyleyişime gülümsüyorum. Beni görenler parmakla gösteriyormuş. "Ah! Ben onu tanıyorum, o Kafka'nın kadını!" diyorlarmış. Kimisi de "kaçık" diyormuş benim için. Sorun değil, sen tanısaydın sen de derdin Franz. Derdin tabii. ]

Başa Dön