Daha Cumhuriyet in ilân edilip; Mustafa Kemal in Cumhurbaşkanlığı seçildiği gün, ortada henüz hiçbir inkılâp uygulaması yoktur. Ankara da bulunan Fransız Gazeteci Maurice Pernot, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ile bir görüşme yapar. Bu görüşmede Mustafa Kemal çağdaşlık ve kültür ve konularında yapmak istediklerine dair önemli ipuçları verir ve şunları söyler :
Memleketler muhteliftir, fakat medeniyet birdir ve bir milletin terakkisi için bu yegâne medeniyete iştirak etmesi lâzımdır. Bizim vücutlarımız şarkta ise fikirlerimiz garba doğru müteveccih kalmıştır(yönelmiştir). Memleketimizi asrîleştirmek istiyoruz. Bütün mesâimiz Türkiye de asrî, binaenaleyh garbî bir hükümet vücuda getirmektir. Medeniyete girmek arzu edip de , garbe teveccüh etmemiş millet hangisidir?..
Yeni Türkiye nin liderinin bu açıklaması; Türk insanının bütün hayatında olduğu gibi mûsıkîsinde de yaşayacağı büyük bir değişimin ilk habercisi oluyordu.
Yeni bir ulus-devlet yapılanma süreci işlemektedir.Bu sürecin en az hasarlı yürütülebilmesi için alınması gereken ilk tedbirlerden biri geçmişe bağı kesmektir.Osmanlı ile dokusal bağı çok kuvvetli olan geleneksel müzik, bu bağlamda birinci derecede tehdit ve tehlike oluşturan kültürel değerlerden biridir
Her konuda olduğu gibi mûsıkî de de 19. yüzyılın ortalarına doğru başlayan ve 1839 da Tanzimatla hızlanan Batılılaşma çabaları, Cumhuriyet dönemine de yapılacak inkılâpların alt yapılarını teşkil ediyordu. Hatta belki de özellikle Tanzimat ta yapılanlar gerçekleşmeseydi, belki de Cumhuriyet inkılâplarının da gerçekleşme şansı olmayacaktı.
Devletin 1920 li yıllarda başlayan ve 1930 larda doruğuna varan bilinçli ve sistematik müdahalesinin temelinde hem müziğin kendi doğasından kaynaklanan, hem de devletin ona atfettiği bir dizi özellik bulunmaktaydı. Başka bir anlatımla, müzik sanatsal bir ifade aracı olarak duygu ve coşkuların seferber edilmesi açısından kollektif olma özelliği en belirgin olan, dolayısıyla da inkılâbın amaçlarına en iyi hizmet edeceği düşünülen bir araçtı. Öte yandan da Batılı bir toplum olma yönündeki çabalara görünürlük kazandırma açısından makbul bir vitrin oluşturmaktaydı
Yani öz mûsıkîmizin, onların yakıştırmalarına göre,Bizans-Fars kökenli ve saray orijinli oluşu, hep hüzün ve aşk terennüm etmesi ve buna benzer yakıştırılan argümanların hepsi bahaneydi. Amaç toplumları, bireylikten soyutlayıp, vasat kalabalıklar haline getirip, onlara basit , okul şarkısı gibi melodiler taşıyan, hiçbir sanat değeri olmayan, yüksek duygular taşımayan, komuta edici ritim ve usuller taşıyan seslerle avutmaktı.
Cumhuriyet in müzik politikasının tek parti dönemindeki temel eğilimlerini yansıtma açısından önemli birer örnek oluşturan marşlar, genelde ulus, devletin ruhunu yansıtmayı amaçlayan Türklük, kahramanlık, milliyetperverlik, Ata ve devlet kültüyle yüklü vatanmarşları, ulusal kalkınmacı ideolojinin öncelikli hedeflerinin ifadesi olan sektör marşları ve çeşitli öğrenim kurumlarının marşları olmak üzere üç ana başlık altında toplanabilir. Ziraat Marşı (Beste:Adnan Sagun, Güfte: Behçet Kemal Çağlar), İktisat Marşı (Beste: Cevat Memduh Altar, Güfte: Aka Gündüz), Ekonımi Marşı (Beste: Halit Ozan, Güfte: Cevat Memduh Altar) Sanat Marşı (Beste: Bedri Akalın, Güfte: Avni Ozan) gibi sektör ya da yine aynı çerçevede incelenebilecek Çiftçi Marşı (Beste:Ziya Aydıntan, Güfte: Aka Gündüz) ya da öğretmen marşı (Beste: Cevat Memduh Altar, Güfte: İsmail Hikmet Ertaylan) gibi meslek marşları bu politikanın hayata geçirilmiş birer örnekleriydi.
Mızıka-i Hümayun Ankara'da Riyaset-i Cumhur Musıki Heyeti' ne Dönüştürülüyor
Önce Saltanatın, ardından Hilâfet in de kaldırılmasından sonra Mızıka-i Hümâyûnun adı Makâm-ı Hilâfet Muzıkası na çevrilmiştir. Bu topluluk, bizzat Mustafa Kemal tarafından 27 Nisan 1924deAnkara ya çağırılır.Daha önce Mart ve Nisan aylarında Ankaraya Saray orkestrası sıfatıyla gelmiştir. TBMM karşısında Millî Sinema da 11 Mart 1924 de ilk konserini verir . Bu konserde ilk olarak O. Zeki Üngörün Cumhuriyet Marşı, daha sonra Beethovenin 5.senfonisi icra edilir.
Bu konserden sonra, topluluğun ismi Riyaset-i Cumhur Musiki Heyeti olarak değiştirilir ve doğrudan doğruya Cumhurbaşkanlığı makamına bağlanır. Bu da mûsıkînin ileriki günlerde oturacağı yatağın habercisi olacaktı. Müzik bilindiği gibi bir toplumun kültür birikimi içinde en göz önünde olan dallarından biridir. Halkın, birebir günün her diliminde iç içe olduğu bir sanat dalıdır. Bu yüzden kültür değişimlerinde en aktif görev de ondan bekleniyordu. Devletin gerek manipülasyonlarla ve gerekse zorlayıcı tedbirlerle empoze edeceği bir müzik türü, kültürün diğer unsurlarını da arkasından sürükleyecekti. O günün Devlet Teşkilâtında bu kurumun normalde Maarif Vekâleti (Millî Eğitim Bakanlığı) bünyesinde olması gerekirken Mustafa Kemal Paşa nın bunu bizzat kendi makamı nın bir yan kuruluşu haline getirmesi de, ileriye dönük bir mesajdır. Yani bizzat denetleyebileceği, kendi bünyesinde olmakla bir nevi dokunulmazlık kazandırmak ve müzik severlere dinlemeleri gereken türün ne olacağının mesajını vermek istendiğinin bir gerçeğidir.
Topluluk Ankara ya geldikten kısa bir süre sonra, periyodik olarak Türk Ocağı nda konserler vermeye başlar. Daha sonra, çok sesli müziğin geniş dinleyici kitlelerine tanıtılması için de, düzenli olarak radyo konserleri proğramları sıklaştırılır. O yıllarda Orkestranın müzisyenleri Ankara Palas ın bodrum katında bulunan radyo stüdyosunda çalışıyorlardı.
Riyaset-i Cumhur Musiki Heyeti, rejim içinde yeniden yapılandırılırken, geçmişte içinde barındırdığı tasavvufî musiki icrası yapan Müezzinân ı (Müezzinler Topluluğu) çıkarmış, Bando ve Orkestra ya ilâveten, çok dar bir Fasıl Heyeti kadrosunu kurmuştur.
Riyâset-i Cumhur Fasıl Heyetinde ise serhânende Hâfız Yaşar, hânendeler Nuri Halil, Münir Nurettin, Nuri Cemil, Abdülhâlik Mehmet ve Ferit Beyler, Tanbûrî Refik, Neyzen Sami, Kanunî Vedat, Ûdî Şevki, Santurî Zühtü, Ûdî Bahri Beyler yer almaktadır.bu heyet, Atatürk ün özel meclislerinde sürekli bulundurulduğu, gezilerine iştirak ettirdiği ve birlikte şarkılar söyleyecek kadar yakın tuttuğu bir yapıdadır. Ancak bu heyete genel olarak bakılırsa; her hangi kalıcı, halka sunulan konserler yapısında hiçbir faaliyet göstermediği ve çok usta müzisyenlerden oluşmasına rağmen bu potansiyelin değerlendirilmediği görülür. O yıllarda egemen olan ve Cumhuriyeti n asıl tercihi durumundaki Batı Müziğine yönelişten dolayı, bu sanatkârlar kendilerine ve mensubu oldukları müziğe ilginin azalmasından giderek rahatsız olmuşlar dı.
İlk kuruluş yıllarında pek halkla karşı karşıya gelmeyen fasıl topluluğu, bu içe kapalılık durumdan ancak Binbaşı Hâfız Yaşar ın 1930 da emekli olmasından,1934-36 arasında radyo yayınlarından Türk Müziğinin kaldırılmasından ve Atatürk ün ölümünden sonra, heyetin işlevi yavaş yavaş sona ermiştir.Yalnız,heyet üyelerinden tanburî Refik Bey ve Münir Nurettin Bey in birlikte verdiği özel ikili konserler,-bu konserler bir ara Ankara Türkocağı nda düzenli halde sürmüştür-Ankaralıların yoğun ilgisini çekmiştir. Ancak Zeki Bey in davranışları ve işi kendilerini Divan-ı Harb e verecek noktaya getirmesi bu iki sanatkârın istifa ederek İstanbul a dönmelerine yol açar..
Riyaset-i Cumhur Musiki Heyeti nin en üst yetkilisi aynı zamanda orkestra nın şefi de olan Osman Zeki (Üngör) Bey idi. İlk müzik derslerini İsmail Zühdü Kuşçuoğlu ndan alır. Paris Konservatuarında Henri Marteau nun keman öğrencisi olur ve konservatuvarı başarı ile bitirir. Göreve 1917 yılında getirilir ve bu görevini 1934 yılına kadar aralıksız 17 sene sürdürür. Osman Zeki Üngör ün sağlık sorunları sebebiyle emekliliğini istemesi üzerine yerine Ahmet Adnan Saygun getirilir. 1935 te Dr.Ernst Prateorius bu görevi Adnan Saygun dan devralacak ve orkestrayı öldüğü tarih olan 1946 ya kadar da yönetecektir.
1933e kadar Riyaset-i Cumhur Musiki Heyeti adı altında çalışmalarını sürdüren kuruluş, o tarihten sonra Riyaset-i Cumhur Filârmoni Orkestrası ve Riyaset-i Cumhur Armoni Mızıkası olarak iki ayrı topluluğa dönüştürülür.Millî Eğitim Bakanlığı na bağlanır. Orkestranın başına Ahmet Adnan Saygun geçici olarak getirilir.
Mızıka nın şefliğini ise 1935 e kadar ünlü şair Orhan Veli Kanıkın babası Veli Kanık yürütür.1935 den 1963e kadar ise 28 sene bu görev İhsan Künçer e verilir.Mızıka sonraları Millî Müdafaa Vekâleti ne bağlanır ve 1958 de Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası kurulduğunda,Armoni Mızıkası da Kara Kuvvetleri Armoni Mızıkası na dönüştürülür.
CSO, 1961 senesinde Ankarada kendi sine ait bir konser salonuna kavuşur. Artık periyodik olarak, her hafta Cuma ve Cumartesi günleri senfonik konserler vermeye başlar.
1971 de Fransız Jean Perrison,1977 de Polonyalı Tadeusz Strugala,daha sonra 25 yıla yakın bir süre süre Hikmet Şimşek, 1988 de Gürer Aykal şef olarak görev yaparlar
Salih Zeki Çavdaroğlu
11 Mayıs 2020
DİP NOTLAR :
1 Atatürkün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 1989, c.III, s.91
2 Tamer KÜTÜKÇÜ, Batı Müziği ve Millî Musıkîlerin Modernizasyonu, Türk Edebiyatı Dergisi, Nisan, 2006, sayı:390
3 Füsun ÜSTEL, 1920li ve 30 lu Yıllarda Millî Musiki ve Musiki İnkılâbı, Cumhuriyet in Sesleri, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, 1999, s.41
4 Füsun ÜSTEL, a.g.e, s.41
5 Gönül PAÇACI, Cumhuriyet in Sesli Serüveni, Cumhuriyet in Sesleri, Tarih Vakfı Yyınları, İstanbul, 1999, s.15
6 Gönül PAÇACI, a.g.e, s.15
https://wordpress.com/post/ferahnak.wordpress.com/482