beni kimliği bozuk bir cumaya bağladım. sizi okuyorum yazılmamış satırlarda. ellerim denizi rengine göre çalkalamakta. iki uzun bir kısa... musada asa, bizde kalem... "size selam getirmişem." siz ne getirmemişsiniz kendinizi tanıtacak. buyrun... kaleminiz mikrofon, sözcükler sesiniz olsun. hayırlısı olsun.
her gün bir mevsimi tersinden yaşıyorum. koşuyorum iklimden düşmüş bir ülkenin sokaklarında. yarı çıplak... lacivert öpücükler bırakarak vitrinlere... size geliyorum... kapınızı aralık bırakın loş bir ışık sızsın içeriden. dışarıdan gayr-i resmî acılar... kuşatılmış kale gibi sarınca bedenimi... tüm bakışlar resmî geçitte... acele huzur aranıyor, ama nerde...
sokaklara parke yerine tülbent döşeniyor... üşeniyor kırmızı balıklar deniz suyu çiğnemeye... bense karanlık bir bakışa elense çekiyorum. ellerim meydanlarda kurak duygular topluyor. sulak mehtapları âşıklara peşkeş çekerek... sıkıntı çekerek halat çeken denizciler gibi...
bakır sülfat kokluyorum. kendimi kendinize saklamak kaygısı içinde yaramaz çocuk kılıyorum. namaz kılmayı bıraktığımdan beri. kendimi kınıyorum... kınından çekilmiş hançer kelimeler... sayısız mezarın duygularını sayılı insanların yüreğine gizler...
gizler, koyu tenli zenciler, yavaş okunan divanı kokuşurlar, deri kılıflı bir kitabın yıpranmış sayfaları arasından sizi seyretmekteler.
herkes birbirini seyrediyor ankaraya halk kazığı dikildiğinden beri, çoban çeşmesi tatsız tuzsuz akmakta.
siz ne dersiniz...
]