aynalarda gördüğüm al kadife yüzün
hayatın özsuyudur
her gün hayatın yaralarına
melhem gibi sürdüğüm
her gün düşlerimde büyüttüğüm
o şaşmaz o kirlenmez ruhundur
bir çiçek gibi kopartıp kendimi
göz bebeklerine dolmak
bütün soluk renkleri boşaltmak isterim
gülüşlerimin yarısı alnına nakışlı
yarısı dudaklarımda mühürlü
bütün boşluklar kristal mavi
-bir başka boyuttan gelmiş gibi-
ve şuramda ölümüne bir sevda saplı
çivileyip gözlerimi geceye
sorup durdum
-şu parlayan yıldızlardan hangisisin
içinde yudum yudum dilimi gezdirdiğim
şarap kadehinde misin yoksa
üstümü mavi ile örten bu gök
bakışınsa niye görmüyorum-
bir istiridyenin kabukları arasında
bir inci tanesi gibi
kendimi sunduğum bu hayat
bana yabancı şimdi
boğulmuşum kösnül sularında
bir ben vardı, benden önce
–düşlerimde kalan-
aramızda bir aşk vardı
çok eski çağlardan bu yana
sürüp giden ve sürüp gidecek olan
onu da alıp gittiğinden beri
yok saymışım yaşamaya dair
ne var ne yoksa
sen yokken
erguvan kokularına bile kar yağıyordu
tanrısal yüzler, tanrısal adlar
sahte ve sahtekar melekler
caniler, katiller
“insan hakları”ına soyunmuşlardı
insan soyarak, insan yakarak
karanlık mahzenlerinde
hala kitaplar yağıyordu gökten
ve peşi sıra da kötekler
sonra uranyum
ölüm tüccarları barış elçisi kesiliyordu
Musa’yı Nil’e daldırıp daldırıp aklıyordu
kendi elleriyle Firevun
ve Roma’da tarih oluyordu
son tanrının miladi elçiliği
tabusuz başıma yemin olsun ki sevgilim
dişlerinin arasından kan sızarak
onlar yine “barış” diyecekler
ve biliyorlar ki onlar da
biz bize hiç küsmedik
ve devri alem
çırılçıplak insanlığı evrenin
deri ile kemik arası isyan sıcaklığı
fırtına öncesi durgunluğu gibi denizin
ve sel gibi akarak söylenecek şarkılar
ve kalabalıklar, kalabalıklar
susmayın artık
söylenecek çok sözümüz var
ve aşk
yani sen ay can
ve can ötesi
aşkla sen ve ben
durma öyle mahzun
bu yol çok uzun
yaşayıp yaşatacağımız
daha paylaşmaya başlamadığımız
kendiyle tanışmamış bir ömrümüz var...
del gel sisleri, gör ellerimi
] ]