gözüm saatte, Zühal'i bekliyorum,
-kaç kez Zühal dedim, seslendim-
her genç kız gibi nazlı, alımlı ve ürkekti,
biraz sonra çıkması gerek dedim,
beş çayları gibi sıcaktı sevgilim,
kapıya çıkınca saçının perçemini kıvıracak,
adet üzre rol yapacaktı,
ve yalnızca bir kez bakarak bana,
deliye çevirmek için beni,
yüreğimi ağzıma getirerek
kapımın önünden tıpkı bir kuğu gibi
süzülerek geçip gidecekti.
sevda delisi olduğumu bilse,
bilse ki yedi yirmi dört nöbetindeyim,
kapılarda, pencerede, her köşede,
bir gün okulun önüne gidiyorum,
bir başka gün akasyanın altında
bekçi gibi dikiliyorum.
beklemenin kitabını yazdım diyebilirim,
saatim, hep Zühal'e ayarlı,
gece yatarken Zühal'e kuruyorum saatleri.
evlerinin tam karşısında bir kunduracı var,
sırf onun yüzünden, yüzünü görebilmek adına
kalıba nasıl çekilirse ayakkabının sayası,
tek tek dolanarak nasıl çivilenirse
çarmıha gerilir gibi o deri,
üç gün sürmedi, çabuk öğrendim.
aşk acısı çeker gibi çektim deriyi kalıba,
bir çift kösele lazımdı tabanına
en sağlamından,
manda gönü olsun dedim,
üşenmedim çarşıya gittim,
Macar köselesi aldım.
son iş, dikiş için oluk açmaya
kalmıştı köseleye,
zor gelirse kolayı var dedim,
gönder çocukla çarşıya, makinaya.
sonunda zanaatkâr olup çıkmıştım
sevda okulundan.
nedir ölçüsü sevdanın, derecesi nedir?
her boyaya boyandım, her kalıba girdim,
imzasız mektuplar yazdım günaşırı,
postacı oldum, kapısını çaldım,
yetmedi baloncu oldum,
balonla doldurdum balkonunu.
babası, kapımı çaldı, şikayetçi oldu,
üç kez sordum dedi, sevmiyormuş seni,
sana bu kızdan hayır yok,
yol yakınken vazgeç dedi.
cevabım, taş gibi sert oldu,
ne halin varsa gör dedi,
dönüp arkasını gitti.
durur muyum hiç, seslendim arkasından,
sevda benim dedim üç kez,
Sevda benim! Size ne!