Bazen insan kendisini içinin en içinde bulur... Tam da işte bu zamanda...gözlerini düşürdüğü günceler dökülür...Çağrışımları ilginçtir hayatın...
Kitaplığımdan bir kitabı çekerken elime döküldü düzensiz cümelelerle, özlemle, öfkeyle karaladıklarım...Bir doğum günü yazısı diye başlık atmışım, bende oturdum hiç bozmadan değiştirmeden makamını, bozmadan imlasını size yazdım...
Hüzünbaz bir gülümseyişle gülümsedim ve dedim ah deli kız ah...Sen hiç iflah olmazsın....
"BU YARALAR BERELER SANADIR BİLELER"
BİLSEN
BİLSELER -ONLAR YANLIŞ BİLİYOR-
YA DA BİLEN BİLİR ZATEN....
-ÇOK ZOR GÜNLER GEÇİRDİM VAKTİYLE...
Her insan bazen korkar kendisinden..
İçindeki baharın tüm rahiyası kayboluverir ansızın.
Kar alevi bir öfke gözlerini karanlığa mahkum eder.
Pusatsız ve zulasında yalnızlık vadisinden derlenmiş, bir avuç hüzün sunar ona yüreği.
Hanidir biriktirdiği bütün delilikler yüreğinde patlar.
Hüznünden çoğalan karabasanlar üzerine gelir.
Yani insan hayata kafa tutar ya bazen.
Göze almışlık başlar bütün nefes alışverişlerinde.
Güneşi uyandırmadan, hıçkırıkları ezberletir gecenin en kuytu yerine.
Geçmişin sunduğu karanlıkta el yordamıyla adımlar geleceğini.
Ve sen! Her adımda adımladığım acının rengi adam.
Geçtikçe yüreğindeki sokaklardan, ertelenmiş çığlıklarımın sessizliğini görüyorum sen de.
Sen ki karanlığa ilk kafa tutuşum.
Karabasan gibi kovalama uykularımı!
Ben ki ıslanmaktan korkmadan kaçıyorum artık, senin saçak altlarından.
Her korktuğumda kendimden aydınlık yanlarımın karanlığına kazıyorum seni..
Oysa deliyim!
Kaçtıkça senden kıyametler kopmalı diyorum ve hatta kıyametler okyanuslarını taşırmalı yüreğimin, dağları parçalanmalı sensizliğin, güneşi yakmalı , alevler sarmalı yokluğunu.
Diyorum da, sen korku estirirken fırtınalar...
Sen, yaramda kanayan yorgunluğum...
Derin uykularımın pervasız uçurumu kaçıncı infazı bu yokluğunun!
Üzgünüm hükmünü sürdürüyor incitmişliğin...
Unutma acının rengi adam...
Bir kaf dağı masalı artık sana bir zamanlar ölümüne yanmışlığım.
Ne garip eskiden sen gelir dökülürdün içime.
Sen gelir dökülürdün gözlerime, sonra kirpiklerim yollarına dökülür iki damla yaş olup düşürürdüm kendimi senin toprağına.
Gün başlar günaydınlığın değerdi üstüme ve ben dağ dağ özlem kesilirdim.
Oysa şimdi sen döküldükçe içime her gece alnının tam ortasında iplere geriliyorum.
Ve artık sadece gidişini bildiğim tüm tasvirlere ezberletiyorum...
DESEM DE HALA HER GÜN BAŞINDA GÜNAYDINLIĞIN DEĞİYOR ÜSTÜME VE HER GECE DAĞ DAĞ ÖZLEM KESİLİYORUM...
SONRA BİR ŞAİR DİLE GELİYOR BENİM YERİME DİYOR Kİ SANA "Biliyor musun Nereden Geliyorum?"
Oradan:
senin gideceğin yerden
en dibinden acıların
en içinden sevinçlerin:
ikimizin gideceği yerden.
Oradan:
ikimizin olduğu yerden
çevremizden gelen etkilerden sıyrılıp,
kendiliğimizden oluştuğumuz yerden.
Oradan:
bizim yerimizden
ikimizin de geldiği yerden:
yenilgiden
üzüntüden
yeşillikten
mavilikten.
Biliyor musun
nereden?
Yaşamın en dibinden.
İçtenliğin en içinden.
Sen ve ben
neden
gelmişsek ve gideceksek
o yere, o yerden
kendiliğimizden,
gideceğiz ve geleceğiz
o yere
yeniden
Sen ve ben
yeniden ve yeniden.
senin elin
serin elin
benim elim
derin elim
senin elin
benim elim
benim elim
senin elin
senin elim
benim elin
dingin elin
suskun elim
Gidiyorsun:
Bütün ışıklarımı göndersem seninle
aydınlanır mısın?
Gidiyorsun:
Bütün sevinçlerimi göndersem seninle
mutlanır mısın?
Gidiyorsun:
Bütün hüzünlerimi göndersem seninle
üzülür müsün?
Gidiyorsun:
Bütün acılarımı göndersem seninle
yıkılır mısın?
Ben
üzüntülü ve yıkık
kalırken
sen
aydınlık ve mutlu
git
ışıklarımla ve sevinçlerimle:
üzülme
yıkılma
aydınlan
mutlu ol.
ışık ol
aydınlık ol
sevinç ol
mutluluk ol.
Bırak bana
hüzünleri, üzüntüleri
acıları, yıkımı
al götür
ışıkları, aydınlığı
sevinçleri, mutluluğu.
Gidiyorsun:
Bütün kendimi göndersem seninle
götürür müsün?
Bak, denizdeyim
diyecektim:
bir serin ürperti
yaladı geçti dalgaları
diyemedim.
Zaten
yoktun ki.
Kim bilir
nasıl kuru, nasıl tozlu
nasıl gürültülü
ama, belki
nasıl da renkli, nasıl canlı
nasıl dingin
bir yerdeydin
günboyu.
Şimdi son pırıltılar çekilirken
suların üstünden
sen, belki
nasıl kuru, nasıl cansız
nasıl boğucu
bir yerdesin
ama, belki de
nasılsa renkli, canlı, dingin-
yerliyerindesin.
Ama
yoksun ki.
Bak, denizdeyim
diyecektim
diyemedim.
Oraya
senin olduğun yere baktım.
Bir serin ürperti gibi
yaladı geçti dalgaları
o eski deyiş:
How do I love thee?
Let me count the ways-
Gördüm seni.
Geldin gözümün önüne:
nasıl da duru, nasıl arı
nasıl canlı
kuru, cansız, boğucu
yerinde,
bütün bezginliğinin içinde
denizde gibiydin.
Ama
yoktun ki.
Bak, denizdeyim
diyecektim:
bir ıslak esinti
düştü dalgaların üstüne-
diyemedim.
Zaten
yoktun ki.
Yokum ben sensiz
yoksun sen bensiz
benimle sen
seninle ben
Var mısın?
Yok musun?
Yok musun?
Var mıyım?
Orada
beni düşünüyorsun
Hissettim bunu:
Bir şiddetli rüzgar gibi
aşarak tepeleri
geçerek boğazları
ulaştı buraya
geldi dokundu bana
düşünmen beni.
Orada
beni düşünüyorsan
hissetmelisin bunu:
Bir rengarenk ışın gibi
aşarak tepeleri
geçerek boğazları
ulaşmak oraya
gelip dokunmak istiyor sana
düşünmem seni.
ORÇ ARUOBA
İŞTE BÖYLE...BU ŞİİRİ OKU DOĞUM GÜNÜNDE GELİP DOKUNSUN SANA DÜŞÜNMEM SENİ, SONRA GELSİN DOKUNSUN BANA DÜŞÜNMEN BENİ...
VE HER GÜN GÜNAYDINLIĞIN DEĞSİN ÜSTÜME...İYİ Kİ ...