Hatalarımız. Yeniden tekrarlamaktan bıkmadığımız her defasında kendimizle birlikte en yakınlarımızı sonuçlarına sürüklediğimiz o onarımı zor kararlarımız. Sayılamayan şeyleri hep çok sevmişimdir hayatta. Yıldızları örneğin kum tanelerini , uçsuz bucaksız ormanlardaki ağaçları… Ben bir de hatalarımı sayamadım sayamadığımdan sevdim. Yanlışlarımı sahiplendim. Benim yanlışlarım azınlık olmadı hiç. Benliğimdi yanlış adımlarım susuşlarımdı konuşmamdı.
Hayatın kuralı bu evet neden diye soruyoruz illa. İlla neden diye sormam mı gerek şimdi kendime bu saçma paragrafı bu yazıyı niye yazıyorum diye. Sormalımıyım. Hayır sormamalıyım. Çünkü ben bunu istedim bir anda sigarayı bıraktığım gibi istedim. Bir anda yazmak. İmlasız kuralsız devrik bir aşk gibi ansızın. Bir anda Hıristiyan olmak istediğim gibi. Çok yabancıyım ya dine düşünüyorum hıristiyanı doğru yazdım. Ne önemi var ki…Ama kuralına uygun günah çıkarmak isterdim. Satın almak isterdim sevapları geriye dönüşleri. Pişmanlıkları affedişleri satın almak isterdim. En çok da zamanı, zamanı isterdim tanrıdan. Yıllar öncesini isterdim bir an sonrasını. İstemek…
Sen şimdi bu yazıyı zorla okuttuğum eline tutuşturduğum insan diyeceksin ki ne yani bu. Bir kere sorma oku sadece. Anlamaya çalışma anlayamayacaksın bende anlayamıyorum. Ama hisset çok sevdiğin bir şarkı yıllar sonra kulağına çalındığında içinde oluşan o tuhaf tatlı ılık ötesi duygu var ya onu hissettiğin gibi hisset. Bir şehri terk ettiğin de son kez ışıklarına bakıp orda kendine ait bir şeyi bulup şehre tebessüm ettiğin gibi hisset. Çok da üsteleme hissetmesen de olur. Göğe bak o göğün gördüklerine. Günah keçilerine bak çevren de satın alınan ve alınmayan şeylere... Yüreğinin ortasın da temmuz dan kalma sıcak bir umut bırak. Ve Hoşça kal günah keçisi…Neden hoşça kal diye sorma hoşça kal…