Hayatı Kaçırmak
Bacakları soğuktan ve yaşlılıktan titreyen “dik duruşlu” amcaya adanmıştır.
Seval Deniz Karahaliloğlu
Yarasalar gibi bilgisayar ekranına kapaklanmış sabahlara kadar yazıyorum. Gecem gündüzüme karışmış. Uyku düzenim bozulmuş. Saatlerce bilgisayarda yazmaktan gözlerim şaşı olmuş. Ne gam? Sabaha karşı yatağa girdiğim için günü, dışarıda akıp giden “gerçek hayatı” kaçırıyorum. Cumartesi sabahı, uykulu gözlerle televizyon ekranını açınca karşımda Türk bayraklarıyla mahşeri bir kalabalık beliriyor. Önce bir an duraklıyorum. Sonra, anımsıyorum. Evet, ya bugün İzmir Gündoğdu Meydanında, Ege Cumhuriyet Mitinglerinin 3. sü yapılıyor. Kahretsin! Kaçırdım. Uyku düzenimin bozulmasına mı, kendime mi, vakitsiz gelen kahrolası esin perilerine mi kızayım bilemiyorum. Ve izlemeyi çok istediğim mitinge televizyon ekranından baka kalıyorum. Bir yandan da giyiniyorum. Olur a hiç olmazsa ucundan yakalarım diyerek.
Ocak soğuğuna, şiddetli esen rüzgara aldırış etmeden İzmir Gündoğdu Meydanını dolduran ak saçlı yaşlı teyzeler, yaşları Cumhuriyetimizin çok üstünde olan Kurtuluş Savaşı Gazileri, yaşlı amcalar, ev kadınları, çeşitli meslek gruplarına sahip binlerce kadın erkek ve aralarda tek tük görülen gençler. Peki, onlar neredeydi? Yani, Cumhuriyete sahip çıkması gereken, Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyeti bizzat emanet ettiği gençlere ne olmuştu? Nerelerdeydiler? Büyük ihtimalle benim gibi televizyon karşısında veya alışverişte ya da arkadaşlarıyla bir kahvede çay içip Cumartesi gününün tadını çıkarıyorlardı.
Her geçen gün sayıları azalan gazilerimizi, o günkü üniformaları içinde görünce içimi orada olamamanın iç sıkıntısı ve pişmanlığı kapladı. Sağlıklı bir genç olarak evde, televizyon karşısına kurulmuştum ve uyku düzenimin bozulması dışında hiçbir özrüm yoktu. Alelacele giyinip evden fırladım. Aman Tanrım o ne trafik? Otobüs bulmak ayrı dert, binmek başka bir dert. Nihayet, miting yapılan alana yaklaşıyorum. Otobüs bir durakta duruyor. Yaşlılıktan ve büyük olasılıkla soğuktan bacakları titreyen bir adam biniyor. Elinde bir tomar beyaz kağıt. Hiç duraksamadan otobüsteki yolculara tek tek dağıtmaya başlıyor. İlk önce reklam zannediyorsunuz ama değil. Yaşlı amca o kadar heyecanlı ki. Bunun bir reklam el ilanı olması mümkün değil. İşlin içinde başka bir iş var. Bir yandan da direktif veriyor. “Okuyun” diyor. “Okuyun!” Şevkle, heyecanla el ilanlarını dağıtan bu yaşlı amcanın derdi ne? Bir deste kağıdı dağıtmak neden bu kadar önemli? Bu “okuyun” ısrarı neden? İşin yok mu amca senin? Bak bacakların titriyor. Ayakta zor duruyorsun. Nedir bu aciliyet? Vahim bir durum mu var? Dillendirilmeyen sorular yaşlı adama bakışlar olarak yöneltiliyor.
Yan yana oturmuş bir genç kız ile oğlan, yaşlı adamın dağıttığı ilanlar ellerinde, aralarında konuşuyorlar. “Miting varmış.” “Hıııı, ne mitingi?” “ Cumhuriyetmiş mitingiymiş.” Oğlandan yanıt kısa “ Hııııııı.” Genç oğlanın ilgisizliği ile yaşlı adamın heyecanı, iki farklı bedende yer değiştirmiş gibi duruyor. Yanlış zamanlarda, yanlış bir dünyada yolları kesişmiş gibi duran iki tezatlık.
Otobüsten iniyorum. Alanda dağılan insanlar. Toplanan bayraklar, aralarında durum değerlendirmesi yapan gruplar, el ilanlarını deste deste alan gönüllüler. Demin gördüğüm yaşlı amca kendi bildiğince savaşmaya başlamış bile. Çay içmek ve durum değerlendirmesi yapmak için sahildeki kahvehanelere oturan arkadaş grupları.
Havada hala bir insan sıcaklığı. Büyük kalabalıklardan yayılan “inancın” sıcaklığı, sert rüzgara rağmen kendini hissettiriyor. Uzun süredir görmediğim bir akademisyen dostu görüyorum uzaktan. Selamlaşıyoruz. “Ne haber?” diyorum. “Ne olsun? Ülke elden gidiyor. Biz de mitinglere gelip dinliyor, sonra da evlere dağılıp gidiyoruz” diyor acı acı gülerek. “Kendimi bilime verdim, acımı öyle unutmaya çalıyorum” diyor. Sesinde, bir şey yapamamanın verdiği öfke ve çaresizlik.
Ülkesinin derdine düşmüş bir bilim adamı, çokça öfkeli. İlgisiz genç bir kız ve bir oğlan. Muhtemelen biraz sonra gidecekleri alışverişle ya da sinemayla ilgili. Gecesi gündüzüne karıştığı için hayatı ucundan yakalamaya çalışan bir yazar. Peşinen söyleyelim, onu mazur gösterecek hiçbir özrü yok.
Bir de şu çılgın yaşlı amcamız. (Ah, şu Çılgın Türkler yok mu? İnsanın karşısına ne zaman çıkacaklar hiç belli olmuyor) Kendince mücadeleye başlayan bacakları titrek bir amca. Yaaa amca senin ne işin var burada? Git evine. Sıcacık sobanın başına. Üşüme bu ayazda. Ne işin var? Sen mi kurtaracaksın ülkeyi tek başına? demek geliyor insanın içinden. Ama olmuyor. Bir şeyler var şu bacakları titrek amcada. Soğuktan mı yaşlılıktan mı bilinmez titriyor ama “dik de duruyor”. “Bu dik duruş”, hepimize inat. Sana, bana, ona, ötekine, size, onlara, benim gibi hiçbir özrü olmadığı halde mitingi atlayanlara. Ve evinde sıcacık sobasının başında, poposunu büyütenlere inat “‘dimdik” duruyor. Pek garip.
Sonra, vapura doğru ilerliyorum. İskelede, tahta bankların üzerinde bildiriler. Orta yaşlı bir adam geliyor. Bildiriyi alıp dikkatle okuduktan sonra katlayıp cebine koyuyor. Sonra genç bir kadın oturmak için bankın üzerinden bildiriyi aldıktan sonra eline alıp uzun uzun inceliyor.
İzmir, Ocak ayı, Gündoğdu Meydanı. O gün İzmir’de üç renk vardı. Gri bir gökyüzüne eşlik eden gri bir deniz, beyaz vapurlarla dans eden beyaz martılar, kan rengi bayraklar ve anamızın ak sütü gibi helal kağıtlara yazılmış “Yurttaşlar Bildirgesi”.
Sağlıklı, ilgisiz, benim gibi hiçbir özrü olmayanlar, günü kurtarma çabası içindekiler, zevki sefaya dalanlar. Televizyon karşısına kurulduğumuz rahat koltuklarımızdan kalkıp kapıdan burnumuzu çıkarmazsak, yarın kaçıracağımız bir “hayat” da olmayacak.
“Adaaam sen de” diyen keyfe kederler için zaten bir sözümüz yok. Onlar için gelecek ya da hayat, hiç bir şey ifade etmiyor. Kör kursaklara inecek iki lokma bulduktan sonra. Başa hangi “efendi” geçerse geçsin onlar için fark etmez.
Ya, yarın o iki lokmayı da bulamazsanız ne olacak?
O zaman?
Hangi yarın?
Hangi hayat?
Hayatı, pencere önü çiçeği gibi izleyenler, televizyonların başında diziler içinde kendilerini kaybedenler, bilgisayar ekranlarına yapışan yarasalar (bizzat kendim dahilim), alış veriş gülleri, lüks pastanelerin kuşları, kör kursaktan geçecek bir lokmanın peşinde gün tüketenler.
Huuuuuuuuuu neredesiniz?
Hayatı ucundan kaçıranlar?
Yarın onu da bulamayacaksınız.
Bir ses verin.
Şöyle “Çılgın Türklere” yaraşır olsun.
Benim için değil, mitingi düzenleyenler için hiç değil.
Sadece şu çılgın, bacakları titrek, “dik duruşlu” yaşlı amcanın hatırına bir ses verin.
Neredesiniz?
Büyük bir olasılıkla o yaşlı amca bildirileri dağıtırken orada değildiniz. Israrla “Okuyun!” diyerek dağıtıyordu. Özellikle “Okumanız” için. Ben sizin için bir tane aldım. O gün meydana gelemeyenler ve titrek, yaşlı amcadan bildiri alamayanlar için “YURTTAŞLAR BİLDİRGESİNİ” sizinle paylaşayım diyorum.
27 OCAK 2007 EGE CUMHURİYET - 3 MİTİNGİ
YURTTAŞLAR BİLDİRGESİ
Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları kendi kaderini belirlemek üzere bir kez daha alanlara çıkmıştır.
Bugün bağımsızlığımız, bütünlüğümüz, Cumhuriyetimiz hiçbir dönemde olmadığı kadar tehlike altındadır. Ülkemizi yönetenlerin halkımızdan uzak, işbirlikçi siyaseti nedeni ile devletimiz, Osmanlı’nın son günlerinde olduğu gibi çöküş süreci yaşamaktadır.
Bağımsızlığımız, egemenliğimiz, AB ve ABD emperyalizmine, maliyemiz İMF ve Dünya Bankasına teslim edilmiştir. Ülkemiz bugün Ankara’dan değil, AB ve ABD’ den yönetilmektedir.
İşbirlikçi yönetim ve siyasetleri nedeni ile Mustafa Kemal ATATÜRK’ün “Köylü Milletin Efendisidir” sözü bir kenara atılmış, köylü bütünü ile “IRGATA” dönüştürülmüştür. Tarımsal destekler kaldırılmış, “Tohumculuk Yasası” ile köylü intihar eden yabancı tohuma mahkum edilmiş, ürünlerini ya maliyetinin altında satmaya ya da tarlada çürütmeye zorlanmış, borç ve faiz yükü altında perişan edilmiştir.
IMF’nin özelleştirme politikaları ile sanayi kuruluşlarımız, fabrikalarımız, çiftliklerimiz, topraklarımız, madenlerimiz, bankalarımız hatta Türk Telekom gibi ülkemizin can damarı iletişim kuruluşlarımız yabancılara satılmıştır.
İşçilerimiz, memurlarımız, emeklilerimiz açlığa mahkum edilmiş, sosyal güvenlik hakları kalmamıştır. Halkımız açlık ve yoksulluk sınırında yaşamakta, işsizlikten, çaresizlikten kıvranmaktadır. Ailelerimizi yozlaşma, gençlerimizi yobaz eğitim, sokaklarımızı kapkaç beklemektedir.
Yine ABD’nin politikaları nedeniyle “Ilımlı İslam” adı altında dinimiz yobazlaştırılmakta, Allah İnancımız siyasete ve ticarete alet edilmektedir. Bugün, işbirlikçi yönetim sayesinde haram ve helal yer değiştirmiştir. Bitirilmesine izin verilmeyen terör, kardeşi kardeşe kırdırmaya devam etmektedir.
Ülkemiz AB kapısına bağlanmış, AB’nin bölücü, çıkarcı, tehdit edici tecavüzü altındadır. Kıbrıs Rumlara teslim edilmek üzerdir. Ardından EGE, GAP ve GÜNEYDOĞU ANADOLU istenecektir. Ortadoğu’da İsrail ve ABD vahşetinin BOP projesi 22 ülkeyi parçalayacaktır.
Parçalanacak ülkeleden biri Türkiye'dir.
Bıçak kemiğe değil, ULUSUN YÜREĞİNE, BÜTÜNLÜĞÜMÜZE ve LAİK CUMHURİYETİMİZE saplıdır.
ATA’NIN ÇOCUKLARI, AYDINLIĞIN EVLATLARI, MÜCADELENİN İNSANLARI!
Tek tek size sesleniyoruz.
Gün Vatanımıza, Cumhuriyetimize, İşimize, Ekmeğimize, Bütünlüğümüze sahip çıkma günüdür. Sınırları kanla çizilen bu topraklara ve kendimize karşı sorumluluğumuz budur:
ARTIK SESSİZ KALMAYINIZ!
AB ve ABD talimatları ile tarikatlara, hortumcularla ülkeyi yönetenlere HAYIR!
Dokunulmazlıklarını kaldırmayan ama her fırsatta halka dokunan siyasilere HAYIR!
Bu kafaların, Derviş Mehmet torunlarının Cumhurbaşkanı olmasına HAYIR!
Demokratik, laik, tam bağımsız, Cumhuriyet Hükümeti kurulana kadar mücadeleye EVET!
Bizleri bir an önce bu hükümetten kurtaracak erken seçime EVET!
O zamana kadar ve her zaman
İşareti Vatan! Parola Namus!