Her ailenin hikâyeleri vardır. Annelerin, ninelerin anlattığı masallar, babaların dedelerin savaş anıları, mücadele ettikleri. Çocuğun, “ çocuktur anlamaz” denilerek yanında konuşulmuş, belleğine kazınan hikâyeler.
Bazılarının payına düşen ise, bir nesil öncenin savaşın, yokluğun, terk edilmişliğin, aldanmanın hikâyelerine ek, cezaevi isyanlarıdır. Bıçakla insan öldürmenin detayları, otopsinin soğuk yüzüdür. Delilerin, kurnazların, hilebazların küçük çıkarların bitirdiği hayatlardır. Dinlenir mi bu hikâyeler? Gazetelerin üçüncü sayfalarında, polis muhabirlerinin haberleri yıllardır var. Artık kanıksansa da, okuduklarının değil, dinlediklerinin hikâyesidir Haymatlos.
Haymatlos Batı Trakyalıydı. Edirnelilerin Bulgar göçmenlerinden ayırt edebilmek için ; “ Ovalı” dediklerinden. Yaşadığımız ülkenin tercihi; bir dönem nüfusları azalmasın görüşünden hareketle, Batı Trakya’yı bırakıp geldiklerinde, bu ülkede onların vatansız olmasıydı. Bu onların dilinde “ kimliksizlik” idi.
Haymatlos, neden topraklarını bırakıp gelmişti? Kim onu getirmişti? Kendimi Gelmişti? Bilinmeyen, bilenemeyecek bambaşka bir öykü. Gerçekte ne fark ederdi? Geçmişi göçlerin, katarların, türküleri ile anlatılan topraklarda, bir o mu fazlaydı?
Hayalinde Haymatlos’u ete kemiğe büründürmek kolay mıydı? Kendileri ile ilgili yaygın kanı ; “ akça, pakça, tombulca” olan Trakyalıların, özellikle ovalı olurlarsa karakaşlı, kara gözlü koyu kumrallar olabileceğinin ayırdındaydı. Zihninde Haymatlos, buğday benizli, güzel gözlü, becerikli bir kadıncıktı.
Bir şekilde çocuk sahibi olmuştu ama hala kimliksizdi.
Yaşadığı yer nasıldı, Haymatlos’ un? Şehrin beton konserve kutularına teslim olmadığı dönemde geçtiği için hikâyesi, tek katlı, sobalı bir evi olmalıydı. Viran hanesinin bahçesi de olmalıydı.
Neyi severdi, Haymatlos? Neden bir adamın peşine takılıp gitmişti? Bahçesinde çiçekleri var mıydı? Ne önemi vardı tanımların? Haymatlos sürünün bir parçasıydı, kimliksizliği ile.
Çocuğunun babası eve bir kadın daha getirdi. Kadın ve adam Haymatlos’ a neler yaptılar? Vahşeti, çaresizliği ifade etmenin ne anlamı vardı?
-“Seni sokağa atacağız.” Dediler.
-“ Çocuğunu sana göstermeyeceğiz.” Dediler.
-“Polise, hiçbir yere gidemezsin, sen kimliksizsin”. Dediler
Vahşetini, çaresizliğini yukarıdaki gibi anlatmaya başlayan Haymatlos’ un hikâyesinin bilinen kısmı bir kürsü önünde devam etti.
Kürsüdekiler sordular Haymatlos’a:
-Anlat olanları.
Haymatlos ise:
-“Seni sokağa atacağız.” Dediler.
-“ Çocuğunu sana göstermeyeceğiz.” Dediler.
-“Polise, hiçbir yere gidemezsin, sen kimliksizsin”. Dediler
-Baltayı aldım vurdum, vurdum.
Diyebildi sadece.
Kürsüdekiler, adamı sordu, kadını sordu, kimsenin ona yardım edip etmediğini sordu. Ancak Haymatlos’ un cevabı her değişik soruda aynıydı:
-“Seni sokağa atacağız.” Dediler.
-“ Çocuğunu sana göstermeyeceğiz.” Dediler.
-“Polise, hiçbir yere gidemezsin, sen kimliksizsin”. Dediler
-Baltayı aldım, vurdum, vurdum.
Kürsüdekiler, insanın yüz katlı olduğunun farkındaydı. Her bir katta, iyi, kötü, kalleş her şey olabilirdi Havva kızı. Kürsüdekiler tecrübeleri gereği, ceza almamak için Haymatlos’ un deli numarası yapmadığına vicdanlarını inandırmak istiyorlardı. Sabırla sorulara devam ettiler duruşma boyunca. Haymatlos’ un cevabı ise hep aynıydı. Ayrı bir katı kalmamıştı Havva kızının, çırılçıplaktı beyni, tüm insanlık karşısında.
Kimsesiz, kimliksiz, umutsuz, evsiz, katil Haymatlos.
Ve bitti Haymatlos’ un bilinen sonu,
Bilinmeyen bir akıl hastanesinde.