Susmadık biz hiç, deli gibi haykırdık dünyaya yanlışları. Kahramanı olduk geçmişin. Neyi, ne için yüklendiğimizi bilmeden ezdik ruhu, susmadık, ama çılgıncasına düştük kendimize. Bakışlar hep üzerimize taşıdı nefreti, sigaramız kiri… Aşkımız sevmeyi anlatırdı, çekip gider gibi yapardı. Paha biçmedik ki kaybettiklerimize, göze almadan da giremez miydik savaşa? Kör kırık kalem tıraşlarken yonttuk kendi kendimizi. Ezberimizde kırık şiirler, ellerimizde olgunlaşmamış basit gülücükler, hafta sonları kaçıp gitmeler, susup tükenmeler. Biz miydik; bizi eritip bitiren, tükenip, yok eden? Bozuk para misali kutuya atılan da hep ödünç aşklarımız, ait olamadığımız ama bir araya atılan özlemlerimiz, kimliklerimiz… Sorgulardan dönen yorgun, terli bünyelerimiz. Yukarıdaki sevgileri sevebilen yarı baygın, yarı uyanık, yarı yaşıyor halimiz… Hep duvarda duran sıkıcı bir dur emriydi, yada git kendini vur emri. Bas bayağı bitiyorduk işte… Yok olmaya yüz tutmuşuz, kime ne kadar acı sığdırıp kaçabileceğiz sanki. Kimi, ne kadar kısa zamanda aşktan öldürebileceğiz sanki. Nasıl sonsuz ve uğursuz bir gölgeye sakladık kendimizi. Bak göz yaşlarım yüzümü kanatıp gidiyor, bak nefes alışlarım boğazımı… Bak ben beni vurup, çıkıp kapıdan gidiyorum. El salla sadece… bak öylece ardımdan… Sadece buydu aşk, bu kadarına sıkışıp kalabilmekti. Bu karmakarışıklıkta bile kendini öldürüp gidebilmekti. Ben de öyle yapacağım, kendini kahraman sanan herkes gibi…
Şimdi şuracıkta, kül tabağının içinde unutulmuş bir sigara görünce, kimden döndüğümü biliyorum. Ruhumun çatırdadığını duyar gibi oluyorum. Kaç gece öncesine dönsek acaba, kaç ömür önceye gitsek, kaç kişiyi sevip, kaç kişiyi öldürüp, yine kendimizi oynamaya çalışsak. Rüyalarım ellerimin arasından akıp giderken evimi sorguluyorum. Öfke savaşlarımızın açtığı yaralara düşüp, boğuluyorum… her defasında, ama her defasında çıkıp giderken, şuracıkta kül tabağında duran ölü izmaritleri görüp, kendimi söndürüp kaçtığım aklıma geliyor. Kaç umursanmaz hatam yüzünden, böyle bir oyunun kırılan oyuncağıyım ben!.. Kaç kolu koparılmış bebeğin acısıyım, kaça bölünmüş ruhum, kaç odaya dağılarak evim diye yaşıyorum. Soruyorum şuracıkta kül tabağında duran yarı baygın izmaritime ne kadar kaldığını, ömrümden ne kadar daha çalması gerektiğini soruyorum ısrarla. Sadece iyi kalpli sessizliğime kaçabildiğimi biliyorum. Orası var bir tek beni kabul eden.
Alican Doğar