Çare yok göçlere,
Çare yok göçebelere,
İse bulanmış duvar.
Ve köşe başında iki büklüm ihtiyar.
Soğuk girecek yer bulur,
En iyi yer ayakkabının yırtık burnudur.
Soğuğun misafiri hastalık,
İlaçlar alınacak ta yok mu şu parasızlık.
Öksür öksür ciğerler sökülecek,
Şu yokuşu çıkmak için bir çocuk beklenecek.
İhtiyar dalar düşünceye,
Gençken de sırtı iki büklüm,
Eğilmekten ağaya beye.
Yaklaşmışken bu kadar ölüm,
Koyamamıştı bir şey heybeye.
Kader dedi içinden,
Oysa şıhı demişti ona;
Çıkma benim sözümden.
Var en mutlu sona.
Kızdı kendi kendine,
‘’Keşke dinlemeseydim onu,
Cehennem anca ısıtır şu içimdeki soğuğu.’’
Karısı ilk doğumda kan kaybı,
Çok şükür utanılacak bir şeyi yoktu.
Ne bir arsızlığı ne bir ayıbı,
Tek çocuk erkek, karısından hatıra,
Bir de bunun için bir kurban kesmişti yatıra,
Derken askerlik çağı,
Oğlan gitti askere,
Satıp evdeki peyniri, yağı.
Gelecek diye bekledi tezkere.
Dağlar eşkıya dağlar it.
Bir haber fena!
Oğlu şehit……
Yıkılmıştı bir kez daha.
İzinde bile gelememişti yanına.
Bu hava isyan havasıdır,
Soğuk işler, soğuk vurur.
Gözleri ancak mezarda kurur.
Elleri ağaçtan sert, nasır,
Oluk gibi kanayan, yüzyıllık yarasıdır.
Bir hamle yaptı ya Allah!
Bir adım daha attı ,
Yok! bitiyordu çilesi, çekti bir bismillah
Olduğu yere yattı.
Açık kalan gözlerini kar kapattı.
]
İhtiyar
Gençken de sırtı iki büklüm, / Eğilmekten ağaya beye. / Yaklaşmışken bu kadar ölüm, / Koyamamıştı bir şey heybeye. /