İNSAN OLMAK
Bazen kuyunun içine düşer insan. Çıkmak için debelenirken bir el uzanır. Düşünmez doğru bir el mi? Yanlış bir el mi? Sadece tutar…
Şimdiyi bir rafa kaldırıp, geleceğin hayallerini kurar insan. Saatler geçer, günler geçer, aylar ve yıllar…
Gelecek bir gün gelir. Kaderi ile yüzyüze geldiğinde geriye bakar ve geçmişin iki elinin arasından kayıp gittiğini görür. Bir telaştır başlar…
Vicdanı ve mantığı arasında bir seçim yapmak zorunda kalır bazen insan. İster vicdanının sesini dinlesin, ister mantığının sesini. Olması gereken olur sadece…
Sıkılır bazen insan. Kendinden, çevresinden, yaşadığı kentten, hayattan. Kaçıp gitmek isterler bir yerlere… Ama nereye?
Bir şeyleri kurtarma ya da kazanma derdine düştüğünde insan, bazen ruhunu kaybeder. Ne kurtardığının bir önemi vardır artık, ne de kazandığının.
Sorgular insan yaradanı, yaşamı, kendini. Acıyı, kederi, mutluluğu, sevinci ve gücü. Yaşamın anlamını çözmeye çalışır yani.
Anthony Hopkins bir flimde “ İnsan yaradıldığında taş gibi kaya gibidir. Yaradan verdiği darbelerle o kayayı yontar ve mükemmeli yaratır.” Demişti.
Güç nedir peki? Ne pahasına olursa olsun, bir şeyleri kurtarmanın derdine düşüp ruhunu kaybetmek midir?
Ya da,
Başarı zincirlerinin ard arda gelmesi midir?
Yoksa,
Yaşamında aldığı darbelere rağmen yinede umutla ayağa kalkıp ileriye doğru bir adım atabilmek midir?
Sevgi ve ışıkla kal…