İşini doğru bilenler
Şehrin kenar çizgilerinde kayboluyor
Çatıların düzgün kıvrımları
Doğan gün, solan akşam
Kayboluyor insanoğlu.
Bu ben miyim?
Bu sen misin?
Tanıyamıyoruz birbirimizi
Kaybolmuş köşelerde, dönemeçlerde,
Sırladığım aynalar.
Ne sağda, ne solda
Ortada işte geldiğimiz yer,
“Servantes”in romanı,
“Şanso”suyla “Don Kişot”
İster gül, ister ağla,
Belli değil kim verecek danaya ot,
Kulaktaki koskocaman küpeyi gördüğü halde.
İşini doğru bilenler,
Görmezlikten gelenler,
Kurşunlu kubbe, apaçık mihrap
Köhne yerlerden geçtik
Aştık dağı, taşı
Yıktık bütün engelleri.
Hamamı, hanı
Kapılar, mandallıyken
Görülüyor Fadime’nin tumanı.
Bayrağımız küsmüş gibi, yere dönük
İnsanlar paspas değerinde
İçi boşaltılmış binalarda,
Başıbozuk, asker pırpırıyla
Yat, kalk geçerken yedi günü
Günüleyen babası mı, veledi mi?
Yerden yere taş vuran
Döner mi çark tersine
İnsanoğlu tepe takla gidiyor
Savcı, Hâkim uzun havada;
Halk içinden ezana laf ediyor.
Daireler çiftlik,
Banka içinden arpalık…
Zıpkın yemiş bir Türkiye…
Küçük balıkları
Büyüklere yutturanlar
Gemi çoktan ipini kopardı açıkta
Giden saçtı, alan kaçtı uzak, yakın,
Ali Fakı’nın elinden kurtulamadı tay
Baytarın dilinde tava sapı,
Vay be!
Geride kalanlara
Pembe bezler sargıladı Kızılay
Çadırlı kentler kurduk,
Hamur yoğuruyor gelin kızlar
Fırtınasını düşünmek istemem,
Ne zaman gelecek bitmeyen yazlar.