Gidişin tam bir felaketti
Turuncu otobüsü kaçırmıştım
Olacak iş miydi bu?
Gri bir gündü
Elma şekerini toprağa düşürmüş çocuk hüznüyle bakmıştım son kez ardından
Ferforje kaplamalı makyaj aynan avcumdaydı, bir bütün halinde görebiliyordum seni gamzelerin dâhil
Salonda unutmuştun onu Pembeleri sürüp yanağına, işin bittikten sonra sigara paketimin üzerinde bırakıp gitmiştin, aynanın üzerinde papatya desenleri vardı
Altında duran sigara paketini sevimli kılıyordu Senin bütün kadınları sevimli kılman gibi Aynaya akseden bakışlarımın arasında, saçları siyah bir kız uykusundan uyanıyordu
Gardırobunda ne kadar kırmızı elbise varsa; çıkar da giy! Naftalin kokusuna bulanayım
(Levreğin ateşe atılmadan önce una bulanması gibi bir şeydi bu...)
Sen üzerini değiştir, aynaya akseden elalığımda Ben de yeni günün tazeliğiyle doldurayım ciğerimdeki bekâr odalarını
Büyüleyiciydi Saçlarını avuçlarına alıp, sonra kıvrak bir edayla toplardın başının üzerinde Sanki aklım iki büklüm olurdu, düğümlenirdi
Ve derdim ki; -sakın aklımdan çıkma!
Sen bir sihirbazdın, hatta 62den tavşan yapmayı senden öğrenmiştim. Şapkamdan çıkan 62den tavşanların gizemine bürünüyordum Kırmızılar giyip egzoz salınımlı bir İstanbul sabahında beni bekliyor olacaktın, ben de elimde bir düzine karanfille seni Gecenin kolundaki apoletten yıldızları söküp, saçlarına iliştirecektim. Şehrin gri koridorlarından geçip, seher aydınlığına boyayacaktın derme çatma hüzün kokan, o geceye kondurulmuş mahalleleri
Düşlerimin en işlek bulvarında durup, bir sigara yakacaktın ve hayat denen o gizemli şey akıp gidiyor olacaktı ayaklarımızın altından
Senin için denize sıfır bir kayalığı ve en pahalı düşleri kiralamıştım
Pamuk şekeri yumuşaklığında yaşıyorduk hayatı, ağzımıza yüzümüze bulaştırıyorduk bazen, ama güzeldi
Sokağın diğer ucundan gelen yanık şeker kokusuydu
Ve belki de hayat; leğene boca edilmiş bir kutu bulaşık deterjanının, suyla karıştırıldıktan sonra, mekanizması ayrılmış çıtçıtlı kalemin ucundan üflendiğinde, baloncuklar çıkarması kadar eğlenceliydi
Çocuktuk ve hayatta çocuktu
Ayağında beyaz babetleri denerken çiçekli miçekli Yaşam diyordum içimden; bu kızın ayaklarında çok şirin duruyor.
Sen tüm haylazlığınla koşuştururken sokakta, inceden bir yağmur bastırıyordu Beyaz babetlerim kirlenmesin diye eline alıp evin yolunu tutuyordun son sürat
Bir avuç küp şeker gibi yağmurun altında erimekteydik
Şemsiyesiz çıkmak -akıl karı değil ki bu!
Üstelik turuncu otobüs de kaçtı Yok yok Hayat işte; bizi pamuk helva yapıp, çocuklara dağıtacaktı
Gece olunca; oyun parkındaki kırılmış mavi kaydırağın hüznünü taşıyordum sırtımda Sabah olsaydı ve tenimden uçurtma yapsaydın çocuklara Belki de buğday başakları el sallardı koştukça ardımızdan
Omuzlarıma dokunurdun incecik parmaklarınla, ruhumu eteğinin ön cebine koyup götürürdün Gidişin tam bir felaketti, o en çok sevdiğim oyuncağı kırmayayım diye annemin sandığa kaldırması gibi bir şeydi bu Geriye en az 10 yıl uzakta bir kız çocuğunun ağlaması kalmıştı, yakası dantelli Bir de geçen zamanı her gün aynı özlemle dikizlediğim şu ufak ferforje kaplamalı makyaj aynan
Son bir kez görmeliydim, saçlarının gözünün önüne düşüşünü
Olacak iş değildi bu
Kaçan son otobüs; turuncuydu ]