Ateşlerin tam ortasında kaybolmuşum bu gece. Dibi gözükmüş bir şişeden, ayrılığın kalleş kokusunu yayılıyor odama. Boynumda koca bir sensizliğin kandan çizilmiş kolyesi, dalıp dalıp ağlıyorum. Pencereme vuran güvercinler ne anlatıyor acaba bana yada asansörde kalmış mutluluklarımın anlamı nedir bu vakitten sonra? Uyusam bile sensizlik dar ağacında sallanmış düşlerin anlatamadığı bitmez öyküler var mıdır ? Kara kabusların son deminde uyanmanın verdiği hazlarla yaşayan bir ölümsüzlüksün adeta..
Ne pişmanlıklar yaşadım maviyle beyazın gökyüzünde ki mücadelesinde. Bulutların uyanmamış hatıralarında, tüm suskunlara hasret bağırdım günlerce. Gün bitipte ay çıkınca, zamansız gelen anıları gömmüşüm sayısını bile bilmediğim rakı bardaklarına. Alçanak kan oluncaya kadar gözlerim, bir ışık aramışım yalnızlık tünellerinde. Hep gitmeni düşlemişim, şahitsiz gözyaşı kalabalıklarında. Ve herşeye rağmen, yalan diyip basitleştirmişim seni taş duvarlarla çevrili zindadında...
Kahpe hatıralar asılıyken duvarlarımda, hiç bir gözyaşı çözemez seni kenarları buz tutmuş anılarda. Geç kalmış yaza hasretler, ellerimde umutsuz medetler, olmayan herhangi bir hayale bağlanmış yüreğimdeki tüm imkansız istekler. Kahvesini içmiş, gözü yolda misafirler kadar aceleciyim artık boşluklarda. Kasırgalara dönüşmeye hazır fırtınalar kadar öfkeli, sağanağa dönüşmeye hazır damlalar kadar renkli, seni sevmediğim kadar çok özlediğim bir deliyim..
İştahı kaçmış artık tüm sevdaların. Krize girmiş bedenler gibi içi boşalmış mutluluk yastıklarının. Hiç bir itfaiyecinin söndüremediği yangınlar kadar inatçı bir his var yüreğimde. Gözlerimi yakan bir cigara dumanından bile az acı veriyorsun bedenime, asla aranmayacak unutulmuş bir kitap gibisin boşluklar kütüphanesinde ve dipte kalmış bir yudum gibisin bitmiş rakı şişesinde..