İnsanoğlu teknoloji ve yapay zekâ ile tanıştıkça; evrenin bilinmezlerini bulma hırsıyla yaşadığı bu gerçek üstü ‘’Postruht’’ çağında kendi çıkmazlarında kayboluşu şaşırtıcı hızda devam ediyordu. 'Olasılıksız’ kitabında Adam Fawer '' O kadar çok esrarengiz olgunun nedenini buluyoruz ki! Bir şey bilinemeyeceğine inanmakta zorlanıyoruz. Âmâ yine de bilinmeyen, bilinemeyecek diye bir şey var. O da karşımıza geçmiş sakin sakin işine bakıyor’‘ diyerek bu kısır döngüye vurgu yapıyordu.
En zor ve karmaşık görülen şeyler bazen basit bir matematiğin denklemiyle çabucak çözülebilirdi. Ama hayatın koşturmacası içinde en zor şeyde bu basit bakış açısını uygulayabilmek değil miydi? Kadere meydan okuyarak değil onun sunduğu nimetleri akılla kullanmak gerekiyordu. Ünlü yazar Jose Saramago '' Görmek'' isimli kitabında ''Kadere meydan okumanın çok çeşitli yolları vardır ve neredeyse hepsi de boşunadır ve en kötüsünün olacağını düşünmeye mecbur kalırken en iyisinin olacağına inanmak ise bu yolların en sıradanlarındandır. Bu dikkate değer bir teşebbüs olabilir fakat mevcut durumda hiçbir sonuç vermeyecektir.'' diye anlatmıştı.
‘'Neyse ki, daha önce sözü edildiği üzere, evreni kendi patikalarında ve gezegenleri de onu yörüngesinde tutan denge zorunluluğu, bir taraftan bir şey eksildiğinde öte tarafa az çok denk, eğer mümkünse aynı nitelikte ve aynı oranda bir şey konmasını her zaman şart koşar, böylece farklı muamele görmekten kaynaklı yakınmalar birikmiş olmaz'' diye eklemişti. Evrenin işleyişinde olan ahenk ve uyum doğru anlaşıldığında sürekli aynı döngüde gitmediğini ve bir süre sonra olumsuz gelişmelerin başarıya giden yolu da açabildiğini anlatmaya çalışıyordu.
Poyraz müdürün meslekte geçen on sekiz yılda farklı yerler ve insanlarla çalışması böyle kriz anlarında ve zor görevlerde yeterli gözlem yapacak tecrübeyi ve eldeki verilerle analiz yapabilmesini sağlamıştı. Rakamları değil harflere olan tutkusu bu yüzdendi. Sayılar ona hep hesap yapmayı ve hesap yapanları çağrıştırırken, harfler ise özgür iradeyle hesapsız bir doğallık demekti. Kendini özgürce ifade edebilmenin, anlamanın ve doğru iletişim kurmanın pusulasıydı. Neyse diye içinden geçirdi, gördüğü bu manzara kendisine verilen rol bol gelmişti ve içine sinmemişti. Bülbülleri ve Kanaryaları düşündü, emeğin şehrinde emek vermeden bir şey elde edilemeyeceğini biliyordu. Üç tane kuyu vardır diyordu Şems ''Onaylanmak, takdir edilmek, sevilmek.'' ve bunları aramayı bıraktığın zaman bir nehir gibi akar ve özgürleşir insanın ruhu diye eklemişti.
-----