Bundan tam beş yıl önce kör oldum. O zamanlar kör olan birini gördüğümde acımayla karışık bir tiksinti ve nefret duygusu oluşurdu içimde. Özellikle de körlerin hayatın içinde rol alma hevesini taşıyan cılız çabaları büsbütün artırırdı bu nefretimi onlara karşı. Çoğunlukla otobüs duraklarında karşılaşırdım; ellerindeki sopalarla atacakları adımı tayin ederlerken, biz görenlere binmek istedikleri otobüsün nerede olduğunu sorarlarken. Neden böyle yarım, aciz bir şekilde dolaştıklarını anlayamazdım. Nereye gidiyorlardı, sonsuz karanlığın içinde sürüklenirken hala yaşamdan tad almaya mı çalışıyorlardı?
Yardımsever, ateş içinde kıvranan vicdanlarını bir nebze olsun ferahlatma fırsatını yakalamış, bundan da anlamsız bir şekilde gururlarını tatmin edici yönler bulan insanların verdikleri basit işlerde hayatta kalma mücadelesi içinde karınlarını doyurmak için çalışan ve bunu yapamayıp da sefil olarak dilenen körlere hak vermemek elimde değildi doğrusu.Bu iğrenç tabloda ellerindeki sopalarla yer almak zorunda olmalarının bende azalttığı nefreti varlıklı olmalarına rağmen yine biz görenlerin aralarına karışıp yaşamlarımızı emen körlere aktararak dengeyi sağlıyordum.Evet, ulaşılmaz hayallerle bezediğimiz düşleri gerçeğe dönüştürmeye çalışırken içimizde bize coşkulu bir mutluluk veren duygularla kaplı dünyamızı körler, yerle bir ediyordu. Hayatın acı dolu yanlarını ister istemez ve görmeden, gözlerimizden kalbimizin derinliklerine işliyorlardı. Tüm bunları görmezlikten gelmek istesek de henüz taşlaşmamız kalbimizde bir sızı duyuyorduk. Ne hakları vardı ki bizleri karanlık dünyalarına çekmeye?
Bu fikirlerim kör olunca hiç değişmedi. Beş karanlık yıl boyunca evimden dışarıya adımımı atmadım. Siz görenlerin arasına karışıp yaşamlarınızı emmedim.