Lâle Devri Nin Önemli Bestekârları

Osmanlı dönemi geleneksel mûsıkîmizin başta TANBURÎ MUTAFA ÇAVUŞ olmak üzere diğer bestekarlarının incelendiği bir yazı...

yazı resimYZ

Klâsik musıkimizin sözlü eserler formundan bir dal olan şarkı o zamana kadar hep kâr, beste, ağır ve yürük semâi formlarının gölgesinde kalmış idi. Şarkı her ne kadar başat form niteliğini daha sonraki yıllarda Hacı Arif Bey le kazanacaksa da, Lâle Devrinde şiirde Nedim in musıkîdeki izdüşümü olan Erken gelmiş bir Pop-Müzikçinin :Tanburî Mustafa Çavuşun,İstanbullu zerâfetiyle Halk Musıkîsi ni ustaca meczederek ortaya koyduğu sentez le adeta geleneksel musıkîmizi halkla buluşturmuştur. Bir anlamda divan şiirinde Nedim ne ise, Mustafa Çavuş da mûsıkîde odur. 1

Türkiye topraklarında geleneksel mûsıkînin popülerleşmesinde öncü adımların her ne kadar şarkı formunun geliştirilmesi olarak görülse de :
.18. yüzyılda klâsik formuna ulaşan Türk musıkısinin popülerliği o dönem için açıkça ortadadır. Mevlid in ve Bayram Tekbîr inin (Saltanatlı Tekbîr) bestelenişi, yani toplumun büyük ekseriyeti tarafından genel kabul görmüş sözlerin müzik ile icrası bunun bir göstergesidir.Yine klâsik Türk Mûsıkîsi nden neşet eden ve klâsik üslûbun ağır anlatımından sıyrılarak, halkın daha kolay anlayabileceği eserler olan şarkı formu, o dönem için popüler müziğin ilk örneği sayılabilir. Ancak, Hacı Arif Bey (1831-1885) in mûcidi olduğu bu müzik için günümüzde popülerden ziyade klâsiktabiri uygun bir tanımlamadır. Dolayısıyla popüler olanın zaman içinde-toplumda genel kabul görmesine bağlı olarak-klâsik bir özellik kazandığını söylemek mümkündür 2

Mustafa Çavuş Enderûnda eğitim alacak ve sonrasında Osmanlı saray sistemi içinde Çavuş luk rütbesine kadar yükselecektir. Bestekârlığı yanında aynı zamanda iyi bir şairdir ve neredeyse bütün şarkılarının güfteleri kendisinindir. Güftelerini zamanın geçerli vezni, aruz un hilafına, hep hece vezni ile yazdığından; onu geleneksel mûsıkîmiz içinde, bir aşık ozan olarak kabul edebiliriz. O zamana kadar mûsıkîmizde hüküm süren ağır başlı, vakur, hüzünlü ve melânkolik çağrışımlar yerine, Mustafa Çavuş un şarkıları;

son derece zarif, şûh, samimî, biraz içli, nüktedan ve akıcıdır. Büyüleyici çok güzel nağmelerle örülü şarkıları, en klâsik muhitlerden, en mütevâzı halk tabakalarına kadar her muhitte büyük rağbet görmüş ve çok sevilmiştir. 35 şarkısının ara nağmesini Dr.Subhi Ezgi , Dök zülfünü diye başlayan, belki en meşhur şarkısının pek parlak aranağmesini de Ûdî Nevres Bey yapmışlardır 3

Eserlerinin bütününe baktığımızda; çok değişik makamlar kullanmakla birlikte ağırlıklı olarak Uşşâk, Beyâtî, Hüzzâm ı , usûl kalıpları olarak da Yürük aksak ve düyeki tercih etmiştir. Aradan 300 yıl gibi bir zaman geçmesine rağmen Hisar-Bûselik/ Dök zülfünü meydâne gel, Beyatî/Çıkalım sayd-ı şikâre, Sebep ne bakmıyor yüzüme Isfahan/Fesleğen ektim; gül bitti, Sabâ/Bir esmere gönül verdim, Şehnâz/Fırsat bulsam, yâre varsam, Şehnazbûselik/Küçüksu da gördüm seni, Uşşâk/Gitti de gelmeyiverdi başta olmak üzere günümüze kadar gelmiş toplam 36 şarkılık diğer bütün eserleri de tazeliğini koruyarak ve zevkle dinlenilmektedir.

Gerçekte XVII. yüzyıl ortalarından XVIII. yüzyıl sonlarına kadar geçen 1,5 yüzyıl, sadece MUSTAFA ÇAVUŞ uyla değil; KUTBÛNNÂYİ OSMAN DEDE, muhteşem klâsikler ZAHARYA,TABİ, EBÛBEKİR AĞA, SİNEKEMÂNÎ/(Rıza Efendi den (1780-1852) önce kemânî olarak bilinen AHMED ÇELEBİ (Kantemir in hocası ve 1799 da ilk sîne kemanını Saray a aldırtan sanatkâr)İSMAİL EFENDİ, CAFER AĞA, CORCİ, HIZIR AĞA, MİRON, İZAK, TODORİ, HAMPARTSUM, İBRAHİM AĞA, ALİ AĞA gibi sanatkârların hepsi sînekemânî dır 4

Lâle Devri nde Tanburî Mustafa Çavuş dışında Tab i Mustafa Efendi(ö.1770), Enfî Hasan Ağa (1607-1662), Ebûbekir Ağa(ö.1759), Kara İsmail Ağa(ö.1724) , Dilhayat Kalfa(1710-1780), Kutb-ı Nâyi Osman Dede(1652-1730) gibi diğer büyük bestekârlar da gerek klâsik çizgide, gerekse dönemin getirdiği değişim doğrultusunda eserler vermişlerdir. Bunlardan Ebûbekir Ağanın Segâh/Etti o güzel ahde vefâ, Tabi i Mustafa Efendi nin Bayatî-Yürük Semâî/ Gülyüzlülerin şevkıne gel nûş edelim, Hüseynî-Nakış Yürük semâî/Ben gibi sana âşık-ı üftâde bulunmazisimli eserleri örnek olarak gösterilebilir . Kutb-ı Nâyî Osman Dede nin Miraciyesi ise, Türk tasavvuf mûsıkîsinin emsalsiz bir şâheseridir.

1730 da Patrona Halil isyanı ile son bulacak olan Lâle Devri, o tarihten sonraki Batılılaşma ve değişim hareketlerine uygun bir zemin hazırlayacaktır.
Patrona Halil İsyanının bir benzeri ondan bir süre önce 1669 senesinde Rusyada yaşanır. Bizde II. Mahmudun yapacağı reformlar için örnek aldığı Rus Çarı Petroya karşı da ülkede bir ayaklanma baş gösterir. Ancak Petro bu isyanı kanlı bir şekilde bastırır. Bu isyan, aynı zamanda Osmanlı nın Batılılaşma çabaları için bir süre daha bekleyeceğinin işareti olacaktır.

Gerçi bu isyan Lâle Devri dediğimiz dönemde girişilen politikayı değiştirmez; III. Ahmedi değiştirir, ama onun yerine geçen I.Mahmud, isyanı çıkaranları yok ettikten sonra, kalınan yerden devam eder. Ama kalınan yer de, devamı da, Petronun girişiminin yanında son derece cılızdır 5

1 Yalçın TURA,Türk Musıkîsi nin Meseleleri, Pan Yayıncılık, İstanbul, 1988, s.25
2 Yahya Kemal TAŞTAN, Tegannîden Irlamaka Musıkînin Serencamı, Köprü Dergisi, 1999 Yaz sayısı, sayı:67
3 Yılmaz ÖZTUNA,Türk Musıkîsi Ansiklopedisi, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul, 1974, C.II, s.46
4 Cînuçen TANRIKORUR,Osmanlı Musıkîsi,Osmanlı Medeniyeti Tarihi, Zaman Gazetesi Yay., İstanbul, 1999, c.2, s.508
5 Murat BELGE, Batılılaşma:Türkiye ve Rusya, Modernleşme ve Batıcılık, İletişim Yayınları, İstanbul, 2002, C.3,s.44

https://wordpress.com/post/ferahnak.wordpress.com/470
]

Başa Dön