MEMİK DEDEMİN BAHÇESİ VE AĞIT GELENEĞİMİZ
Anadolu kültürü-anı/inceleme
1971 veya 72 yıllarıydı sanırım.Ölüm bir süreliğine köyümüzü mekan tutmuş;benim yaşıtım olan bir çok çocuk kızamık veya hatırlayamadığım başka bir salgın hastalık yüzünden peş peşe yaşamını yitirmişti. 67 doğumlu olduğuma göre ölen çocukların hepside dört veya beş yaşlarında olmalıydılar. Başlayan ölümcül salgın köyün girişinden itibaren sırasıyla Alican amca gilden (alicane günüz) Hatice’yi almış,nedense beni ve kardeşim gülcan’ı es geçerek Dursun amca gilden (dursune mılle) Sevim’i, orada Zeynep teyzemin kızı ve en iyi arkadaşım Taciser’i,Paşa amcalardan Fıdık’ı,Celal amca gilden (celale apkekko) Rızvan’ı,Selahattin amcamlardan (selattine hemedi) Sevim’i en masum oldukları çağda alıp götürmüştü.Bu salgınla yaşanan toplu çocuk ölümleriyle birlikte adeta yasa bürünmüştü köyümüz.Belki de günümüz şartlarında basit bir aşıyla geçiştirilebilecek olan salgın nedeniyle bir düzine çocuk ölmüş,yaklaşık dört veya beş yaşlarında olan bende ilk kez ölüm olayı ile bu denli yakından yoğun ve cevapsız sorularla karşı karşıya gelmiştim.
En yakın arkadaşımdı Teyzemin kızı Taciser.Annemler sırayla teyzemle sütlerini katıştırıp kışlık çökelek ve tereyağlarını hazırlamakla meşgul olurlarken biz oyunlar oynardık Taciser’le.Onun ismini Mehmet dedem koymuştu.Ölen diğer çocukların cenazelerini de Taciser’in ki gibi memik dedem defnetmişti.Köyümüzün hocasıydı memik dedem.Kendi çabalarıyla Kur’anı kerim’i ve cenaze defin erkanını öğrenmişti.Köyümüzle beraber çevre alevi köylerindeki cenazelerde de memik dedem hocalık yapardı.
Apmemike sılo diye bilinirdi dedem.Annemin bizlere aşıladığı dede sevgisi 41 yaşında olduğum bu gün dahi aynı yoğunluğu ile duruyor yüreğimde.Üstelik bu yoğun dede sevgisinin sadece benimle sınırlı olmadığında biliyorum.Bütün kuzenlerim,memik dedemi tanıyan bütün torunları, dedelerine karşı aynı sevgiyi hissediyorlardır sanırım.Çünki o herkesin hayalindeki babacan,sevgi ve şevkat dolu dede tipinin ta kendisiydi.
Evimizde ona tahsisli bir köşesi vardı dedemin.Genelde çaput doldurulmuş ince minderlerin serili olduğu köy sedirleri bulunan odamızın bu köşesi dedeme tahsis edilmişti adeta. Annem oraya ikinci bir minder daha koyarak yumuşaklığın arttırmıştı.Evimize her geldiğinde bu en yumuşak köşeye oturmayı adet edinen dedemin gidişi sonrasınday sa köşeyi kapma kavgası başlardı Ergün abimle aramızda.Zaman zaman Gülender bile dahil olurdu kavgalarımıza.
Biz torunlarına karşı bitmek bilmeyen sevgisi vardı dedemin.Ama o köyümüzdeki her ferdin sevgi ve saygı beslediği bir köy bilgesiydi aynı zamanda.Almanya’dan Hanife (kılık) teyzemin getirdiği siyah deri kılıf içindeki küçük radyosuyla sürekli ajans dinlerdi dedem. Siyasi olaylara bulaşan yüksek okuldaki Ali dayımın akıbeti hakkında haberler almaya çalışırdı.Ama dedeme duyulan sevgi ve saygının icra ettiği hocalık rolünün ötesinde nedenleri vardı. Gerek sıkı sıkıya bağlı olduğu alevi inancı; gerekse kendi yaşam deneyiminden edindiği hayat felsefesi onu sıradan köy insanın ötesinde bir kişiliğe dönüştürmüştü.
Memik dedemin yaşam felsefesiyle ilgili verilebilecek en güzel örnek İsa’nın ‘’sana tokat atana öteki yüzünü de çevir’’ sözlerinde ifadesini bulan hayat düsturu olsa gerek.Dedemin kendi emeğiyle ta Sarız köylerinden getirttiği meyve ağaçlarıyla dolu bahçesinden elma,kayısı zerdali, vişne,erik çalmaya gelen köy çocukları için ağaçlardan düşüp bir yerlerini incitmesinler diye yaptırdığı ahşap merdiven ,onun yaşam felsefesiyle ilgili en anlamlı ip ucu olsa gerek...
Taciser’le birlikte salgından ölen öteki çocukların cenazelerini defneden memik dedemin kendiside kısa bir süre sonra ebedi aleme intikal edecekti.Şafak vakti hayvanlarına yem vermek üzere alt kata inerken aniden ölümün kalp krizi şeklinde gelen davetine icabet edecek ve inancı gereği Ulu divan vaktini beklemek üzere pirlerinin yanına gidecekti...
Annemin,teyzelerimin ve çevre köylerden gelen ağıtçı kadınların ağıt (Şin) ezgileriyle beraber dedemin ölümüyle ilgili bilincimde kalan birkaç detayın başında, cenazeyi defneden Hurihan teyzemin kocası karapınar’lı Niyazi çavuş ve benim o cenazede kendimce diğer köy çocuklarının arkadaş olma isteklerine karşı takındığım böbürlenme ve havalara girme tavrım olsa gerek.Havalara girme sebebimse sevgili dedemin cenaze yemeğinden (Can aşı) pay kapmaya çalışan çocukların benimle arkadaş olma isteklerinin arkasındaki nedenin farkında oluşumdu. Sebep ne olursa olsun çocukların ilgi odağı haline gelmem hoşuma gitmişti.Bu ilginin bende yarattığı ego tatmini nedeniyle adeta dedemin ölümünden garip bir mutluluk dahi duymuştum.
Karapınar’lı Niyazi çavuş’ ; ustaca ve soğukkanlı bir edayla sergilediği cenaze defin süreci ve sonrasındaki dua verme ritüeli boyunca aynı otoriter tavırlarından zerrece taviz vermeyecekti.Sonraki yıllar buyunca bir çok cenaze defininde Niyazi çavuş’u adeta bir gölge gibi takip edecektim.Ölüme ve ölü gömme törenlerine karşı çocukluğumdan itibaren his ettiğim garip ilgi ve merakımın sebeplerini düşündüğümde hep memik dedem ve Niyazi çavuş’un cenaze defin biçimlerinden kendimce çıkardığım anlamlarının payı olduğunu düşünüyorum.Öyle ki Niyazi çavuş’un Kur’an ayetlerini okurken çıkardığı ezgiyi ve kelime vurgularını ustaca taklit etmeyi dahi öğrenmiştim.Bu taklit yeteneğim çevre insanlarında dikkatini çekmiş,bana para karşılığı Niyazi çavuş’un kur’an’ını bile taklit ettirmeye başlamışlardı.Onun ‘’ewuzubilllahime şeytanirraciiiim.....Bissmillehi rahmanirrahimmm...’’ ayetlerini okurken yarı kürt,yarı arap gırtlağıyla çıkardığı kur’an ezgisi ve aralarda yaptığı boğaz gıcığı temizleme sesinin tıpkısını küçük bir şempaze-papağan ustalığıyla taklit edebiliyordum.İlerleyen yıllar süresince bir çok yer ve zamanda,televizyon filmlerinde yada canlı olarak defalarca kez duyacağım kur’an ezgilerinin hiç birinde memik dedemle Niyazi çavuş’tan duyduğum makamın aynısını duyamayacaktım.Sanırım atların değişik yürüyüş biçimlerinden esinlenerek oluştuğu rivayet edilen yedi ayrı Kur’an makamlarından biriyle okuyorlardı.Ama ben bu ezgi stilinin aynısını birdaha dinleme fırsatı bulamamıştım.
Otoriter ve soğuk kanlı bir edayla cenazesi damadı Niyazi çavuş tarafından defnedilen sevgili dedemin ölümüyle ilgili aklımda kalan bir başka detay da kadınların yaktığı ağıt (ŞİN) ağıtlardı.Annemi ,teyzelerimi ve apmemik’in cenazesinde ağlayan öteki kadınları ilgiyle izlemiştim.Taciser’in ölümünde de yakınımdaki kadınların ağlama ve ağıtlarına şahit olmuştum.Ama bu seferki daha içli,daha ezgisel,daha törenvari,daha yoğun katılımcıyla icra ediliyordu.Annemin ‘’Bawwemın...Narinemın..Bawemın..’’ şeklindeki hıçkırıklarına Zeynep ve hurihan teyzelerim daha içli bir şekilde karşılık veriyorlardı.Kürt-türk-sünni-alevi tüm çevre köylerde sevilen dedemin cenazesi de yoğun katılımcıyla defnedilmişti.’Saraycık’tan Hüsne kirve,Derebaşı’ndan Babamın müsahibi kekke mamude’nin annesi Zeyneba belli,yine aynı köyden Cemile mala Aliy çak. Alayayla’dan fedo hala (Metta fedo).Hanyeri’nden ,Emirgazi’den, bir çok kişi katılmıştı demin cenazesine.Kadınlar içerdeki odanın birinde ağlarlarken ,damın üzerine toplanan ve Niyazi çavuş’u ortalarına alıp çömelik vaziyette ağıtların bitmesini bekleyen erkeklerse sabırsızlanıyorlardı.Bu bekleme anının bir yerinde Niyazi çavuş’un tok sesi işitilecekti.
‘’De bessın..bessın...
Junıno huşbınkı em kuranahe bıhunine..Ayıptır.merık tunnekı van junan susturmişke...’’
‘’Yeter artık yeter..
kadınlar artık susun ki biz kuranımızı okuyalım.ayıptır.bir erkek yok mu şu avratları susturacak..’’
Annemlerin hıçkırık dolu ağlamalarının dışında asıl ilgimi çeken şey dışardan gelen ağıtçı kadınların okuduğu ezgisel dörtlüklerdi.Ağıt yakma konusunda yöremizin en yetenekli kadınları Derebaşı köyünün kadınlarıydı.Babamın manevi analığı Zeyneba bellı ağıçıların başını çekiyordu.Yine Derebaşı köyünden gelen ve genç yaşta eşini kaybeden Cemile teyze yaşadığı içsel açıyla terbiye ettiği sesini ve doğaçlama yeteneğini ustalıkla sergiliyordu.Halk ozanlarının sahnede atışırken sergiledikleri maharetlerindeki çaba gösterisine benziyordu bu anlar.Ağıtçı kadınlar kendi usullerince seslerini ezgiyle yükseltiyor,diğer kadınları coşturuyorlardı.Niyazi çavuş’un ve öteki erkeklerin zaman zaman yaptığı müdahaleler ağıtları bölse de her şey usulünce yürüyordu. Kadınlar yüzlerce yıldır süre-getirdikleri ağıt yakma kültürünün yeni bir seramoni’sini yaşatmaktaydılar.
Sevgili Memik dedemin ölümü üzerine yazdığım bu yazı öncesinde internet’ten ağıtlar ve ağıtçı kadınlar üzerine küçük çaplı bir araştırma yapma gereği duydum.Ve itiraf etmeliyim ki uzun zamandan beri yazma isteği duyduğum bu konuyla ilgili detaylı araştırmalar yapılmış. Benim bu yazımda bahsettiğim ve geçmiş yıllardaki kişisel gözlemlerimden derlenen detayların bir çoğunun Anadolu’nun bir çok yöresindeki ağıt kültürü ile birebir örtüştüklerini gördüm.Kayseri/ Pınarbaşı’ndaki Avşar köylerinde,Afyon /Emirdağ’daki Türkmen kadınlarında,Çukurova’nın ağıt kültüründe,doğudaki kürt kadınlarının ağıt geleneklerinde ve belki de Ortadoğu halklarının tümünde ortak bir kadın geleneğiydi ağıt yakmalar.Aynı kaynaklardan beslenerek gelişen bu gelenek kadınlar dünyasınca oluşturulan ve geliştirilen bir kültürdü.Erkek feodal düzenin hüküm sürdüğü bu coğrafyada ölüm olgusunun insan oğluna kazandırdığı ağıt geleneği ve bu geleneği var eden kadınlar bir bakıma erkek elinin değmediği bir alanda kendi dünyalarından yaktıkları ağıtlarla duygularını dışa vurabilmekteydiler..Hatta ağıtların kökeninin gılgamış destanına kadar uzandığı,destanda gılgamış’ın şu şekilde ağıt yaktığı belgelenmiş durumda.
‘’Beni dinleyin,siz ihtiyarlar beni dinleyin..Ben enkidu içiağlıyorum.Arkadaşım için kadınlar gibi acı sızı döküyorum ‘
Ağıtçı kadınlar ve ağıt geleneği pek nadir olarak belki de günümüzde yer- yer devam etmektedir.Ancak bu geleneğin yetmişli yılların ortalarından itibaren özgün niteliğini yitirmeye başladığı belirtiliyor..
Araştırmacıların köy-köy,yöre- yöre dolaşarak ağıt geleneği ile ilgili derlemeler yaptığı biliniyor..Köyümüzün ve yöremizin (çadıryeri_gezbel) ağıt geleneği de bu araştırmalarda edinilen bulgular dışında değerlendirilmemelidir.Binlerce yıldır birbirini etkileyen ve birbirlerinden etkilenen her gelenekte olduğu gibi ağıt geleneğinde de bir çok ortaklıklar mevcut.Ağıtlara esin kaynağı olan ölüm olgusu, acılar,ve en önemlisi ölüme,yaşamın sona ermesine karşı insan oğlunun gösterebildiği yegane tepki olan ağıt yakma geleneği kadınsı dünyanın bir eylemiydi.Ağıt kadınların,doğurgan olanların,ölüme karşı verdikleri bir tepki,ölümü kendi bilinçlerine kabul ettirebilme egzersizi, ve yok oluş acısının bedende ve bilinçte terbiye edilerek kabul ettirme aracı olmalıydı.Ağıtçı kadınların en orijinal yönüyse ölen kişiyle bir yakınlığının olup olmaması noktasında göze çarpmaktadır.Onlar ;ölüm anlarında kendiliğinden yada davet yolu ile gelip toplumsal bir görevi icra ediyor gibidirler.Cenaze defin töreninin bir parçası gibidir ağıtlar.Köyümüzde ve yöremizde olduğu gibi Anadolu’nun diğer halklarında da ağıtçı kadınlar kendiliğinden ortaya çıkan,yaşamlarındaki tecrübeleri acıyla yoğurarak sanatsal ifadelerle ezgi ve sözlere dönüştüren kişilerdir bunlar. Halk ozanlığının değişik bir ürünüdür ağıt geleneği.
Tıpkı Kayseri /Pınarbaşı’ndaki Avşar kadınlarında veya Afyon /Emirdağ’daki Türkmen kadınlarında olduğu gibi,köyümüzün Alevi-kürt kadınlarında da ağıt yakma biçimleri ve ritüeller benzerlikler göstermektedir.Hepsinde de en temel benzerlik ağıtçı kadınların bu rolü kendi kişisel yetenekleriyle oluşturup benimsemiş olmasıdır.Ölüm anında ölen kişinin yakınları elbette ki his ettikleri acıyı kendilerince ifade etmektedir.Ancak ağıtçı kadınlar bir nevi toplumsal iş bölümü ve görev anlayışıyla gelip ölen kişinin yaşamından , ölüm biçiminden, hastalıksa hatalığından,kazaysa kaza biçiminden,yada normal ölümse dahi o kişinin herhangi bir özelliğinden esinlenerek aile yakınlarının yas ve matem anındaki duygularına tercüman olabilmişlerdir.
Ağıt genelde ölen kişinin evinde,erkeklerin bulunmadığı ayrı bir odada,ölünün anıları,eşyaları veya resmini de yanlarında bulundurarak kadınlarca icra edilen bir gelenektir.Ağıtçı kadın(lar) ağıt dizelerini yüksek sesli ve duygusal ezgilerle dillendirirken, ölü yakını ve öteki kadınlar sessizce ağlayışlarını sürdürmekte,zaman zaman ağıtçı kadın diğerlerinin sesli ağlayabilmelerine fırsat olabilmek için ses tonunu düşürmekte,ama tüm bu süreç doğal bir ölçü ve kural dahilinde yürütülmektedir.
Memik dedemin ölümünde de benzer sahneler yaşanmıştı.Zeyneba belli,nin meta fedon’un ağıdına annem ve teyzelerimin hıçkırığı eşlik etmişti.Arada bir bizimkilelerinde ses düzeyleri ağıda dönüşüyordu Ama bu genelde kısa cümleler şeklinde olmaktaydı.Asıl dizeleri seslendirenler ağıtçı kadınlar olmuştu.
Yöremize ait derlenebilecek orijinal ağıtlar mutlaka ki vardır. Bunlar belki günün birinde bu işe meraklı araştırmacılar tarafından derlenip literatüre kazandırılabilirler.ama ben babamdan dinlediğim ve Selver ninenin (selvera apmılle) ölen oğlu Halil için yaktığı kürtçe ağıttan bir bölümünü buraya aktarmak istiyorum.
‘’Helilemın..helilemın..
Lıllav helil,delil helil
Mın lı tedıkkır poste neril...’’
(Halilim halilim.)
halil oğlan delil oğlan
ben sana teke derisi giydirirdim..)
Yoksulluğun ve oğul acısının Selver ninenin yüreğinde dile gelen bu karşılığı ne kadar uzunlukta bir ağıda dönüştü bilinmez..Ama ben hatırlayabildiğim ikinci bir ağıdı daha aktararak yazımı noktalamak istiyorum..Çocuk yaşta kaza sonucu yaşamını yitiren ve benim yine çocukluk merakımla her detayını uzaktan izlediğim Zeki amcanın (Zekiy aliçavuş) oğlu Gülcemal’in ölümünde annesi Zarif yengenin dillendirdiği ağıdı aktarmak istiyorum.
‘’Kar yağıyor kürek ister.
Dam yıkıldı direk ister
Cemalimin derdine demirden yürek ister...
Sonrasındaysa yine Niyazi çavuş’un ‘’kıkey besse bessee..nalinınkı em kuranahe bıhünıne.’’
‘‘yeter artı yeter.bırakmıyorlar ki biz kuranımızı okuyalım..’’.....sözleri duyulacaktı.
Taciser’i ve öteki çocukları defnettikten kısa bir süre sonra ebedi aleme intikal eden memik dedemse bizlere anılarla dolu cennet gibi bir meyve bahçesi bırakmıştı.Onun bahçesinden meyve tatmayan köy çocuğu,çoban yada oradan geçen sıradan bir yolcu kaldı mı bilmiyorum.Ama ben dedemin bahçesini çocukluğumdaki cennet bahçesi olarak hatırlamaya devam ediyorum..
Dedem öldükten sonra bir süre daha bizlere meyve vermeye devam eden bahçe yeterli ilgiyi hiçbir zaman göremeyecekti.Bir zaman sonra benimle beraber kuzenlerimin hepsi için aynı değerde olan bahçemizin birbirinden lezzetli, hoş kokulu,mayhoş ve sert meyveler veren elma ağaçları,kaysı,erik zerdali,vişne ağaçları ekonomik gerekçelerle kereste yapılmak ve Kayseri’de satılmak üzere Mustafa (kıce) dayım tarafından bir bir kesilecekti. Geriye kalansa yaşadığımız sürece bilincimizde durmaya devam edecek olan çocukluğumuzun o cennet bahçesinden yediğimiz elma kayısı vişne ve zerdalilerinin tadı olacaktır....
Yitip giden sevdiklerimizin ardından yüzyıllardır yakılan ağıtlara güzel bir örnekte şubat 2015 te aramızdan ayrılan Sultan ÇELEBİ için kızı Leyla'nın gönlünden kopan dizeleri...tüm gidenlerin ruhları şad olsun...
LEYLA’NIN ANNECİĞİNE AĞIDI
Karmı yağdı bugün İzmirin başına
Biz geince annem kapının taşına
Anam yarın herkes döner gider işine
Firdevs’ini de bıraktın yalnız başına
Benim anam anaların hası
İki yıldır yıkıldı rahat dünyası
Derim felek gözü kör olası
Nerden çıktı bu yaşta kanser belası
Selam ederim canım konu komşuma
Haber saldım eşin dostuna
Dedim var yarın anamın veda töreni
Hoca soracak herkes hakkını helal edermi
Zalim felek bu nasıl kanun
İnsan anneciğini elleriyle gömermi
Ne derim şu urlanın dağına taşına
Selam saldım bülbülüne kuşuna
Dedim oraya bir garip sultan geldi
Bırakmayın onu yalnız başına
Hoş olur anayla kızların sohbeti sözü
Kör olsun şu feleğin gözü
Anemmden ayırdı bizi
Anacığım ağrıların sızıların dizi dizi
Bu gün bir selam yollarım bacım zerrin’e
Bacım kurbanım duvağına teline
Bilmem nasıl verdik seni o zalime
Bacım dön gel yinede sen baba evine
Bu gün bir selam da yollarım garip babama
Babam zannetme seni attık yabana
Bilmem çokmu daldık dünya malına
Ağlarım ben annem ile babama
Annem olamaz ise İzmir’e geleyim ne diye
Anacığım bu ağıdım sana hediye
Annem kurbanım aç bal rengi gözlerin
Bilmem bize ne idi son sözlerin
Annem olmazsa içimi kime dökerim
Anam giyme yakışmaz sana beyaz
Anam kurban son kez öpeyim elini ayağıni
Edeyim niyaz
Annem izmire gelmem bu yaz
Leyla VERGİLİ (ÇELEBİ)/Şubat 2015
Erdal GEÇER
]