Mutlu Olmak İçin Kendini Kandır

Bazen çok mu abartıyoruz kendi kendimizi kandırma olayını? Yoksa bu gerçekten de mutlu olabilmek için gerekli mi? Mutluluğu ararken ortaya çıkıveren bir şey mi bu? Sığınılacak son şey mi yalanlarımız? Yoksa sahip olduğumuz tek şey mi?

yazı resim

Tatlı bir melankoli içinde sürüyordu hayatı. O bunu istiyordu…veya kendini kandırıyordu çünkü olanı engelleyemiyordu bu yüzden de olan sanki kendi isteğiymiş gibi ikna ediyordu kendini ve herkesi.

Çevresi çok kalabalıktı. Kimileri büyük aşk yeminleri ediyor, kimileri ‘dostumsun’ diyordu ona. Oysa o bunların hiçbirini duymak istemiyordu. Herkesten kaçıyordu bu yüzden mümkün olduğunca. Tek derdi yanında ihtiyaç anında sessizce oturabilecek bir insandı. Çevresindekilerin hiçbiri öyle değildi işte. Kadın, adam, çocuk, eşcinsel…..Her şeyi olabilecek tek bir kişiydi tek istediği. Ama artık ‘o’ kişiye olan inancını da kaybediyordu yavaş yavaş.

Yalnızlığı seviyordu…veya yine kendini kandırıyordu. Evet görünürde yalnız değildi ama çevresindeki insanların hiçbiriyle anlaşabilecek gibi değildi. Kimse anlamıyordu veya o anlatamıyordu. O konuşmak istemiyordu, o aşk istemiyordu, o sadece….sadece gerektiğinde sessizce yanında oturabileceği birini istiyordu, arkasına geçip kitabını okuyabileceği biri, ona ‘neden konuşmuyorsun?’ diye sormayacak, onun yalnızlığını ve melankolisini çalmayacak biri.

Sorumluluktan kaçıyordu….veya şimdiye kadar sorumlulukları az olduğu için sorumluluk altında kalınca afallayacağından korkuyordu. Tüm sevenleri dev bir koruma duvarı örmüşlerdi sanki ona. Çok narin görünüyordu herhalde. Yakınındaki herkes zarar görmesinden kırılmasından ölesiye korkuyordu. Oysa o hep düz duvarları tırmanıp kaçıyordu sevenlerinin yarattığı büyük ‘koruma kuyusundan’ Seviyordu belayı, serserililiği, avareliği. Kimse duymadan geri giriyordu sonra kuyusuna…Onu gün be gün eriten, yok eden kuyusuna.

Bir gün hiçbir koruma yokken girdi bir yılan sinsice kuyuya. Saf kızımız sevdi yılanı. Yaklaştı ona…işte tam o sırada girdi sevenleri araya. Uzaklaştırdılar yılanı hemen kuyudan. Attılar onu dışarı, tembihleyerek kızı; ‘Sen hiçbir şey bilmiyorsun dış dünyayla, yılanlarla ilgili. Bunlara güven asla olmaz, mahvederler seni.’ Genç kızın bir kulağından girip öbür kulağından çıkıyordu tabii hepsi. Öyle ya bir o tanıyordu yılanı…o farklıydı…o aradığı ‘o’ydu. Görüşmeye devam etti yılanla. Yılanın üzmek dışında bir zararı yoktu zaten. Sevenleri fark ediyorlardı tüm görüşmeleri…biliyorlardı hatta ama engel olamıyorlardı çünkü kaçıp gideceğini biliyorlardı. Genç kız inandı yılana…hiç kimseye, hiçbir şeye inanmadığı kadar inandı ona ve en mutlu günlerini yaşadı onunla. Öyle ki, yılan onu sokup öldürdüğünde bile diyordu hala; ‘Ben ona inanıyorum. Elbet bir nedeni vardır.'

Başa Dön