bir oda dolusu yalnızlığın var senin
sıkış tepiş, üstüste duygular..
birini kaldırsan öteki hortlar altından..
birini fırlatıp atmaya çalışsan pencerenden
diğeri geri gelir arka pencereden
ve abanır omuzlarına
kutsal bir ağırlık gibi
kutsal bir ruh gibi..
delik deşik eder derini
ısırır sinir uçlarını ve zaten delinmiş ruhunu parçalar..
fırlatmaya çalışsan da tekrar
dinlemez seni ve işlemek üzere tekrar nişan alır tam gögsüne!
kurşun geçirmez sanırsın derini
ve unutursun o an derinliklerini
öyle değildir odanın camları oysa
ve dağılır salisede..
üzerine geçirdiğin şeffaf zırh gibi,
içinden çıkamadığın geçmişin gibi..
bir oda dolusu acın var senin
hangi dolaba kitlesen yakalar seni
yakalar ve yakar..
hangi dolaba kitlesen kendini, bulur yine seni
hangi parkenin altına gömsen çıkar tekrar
ve köşeden köşeye yakalar her duvarda
ne kadar uzağa kaçarsan kaç..
ne kadar mesafe kaçabilirsin ki...
hapsolmuşken kendi dergahında,
dizginlenirken kendi alanında..
ve köşe kapmaca oynarken kendi sınırlarında,
yakalanmak zor değildir boşluklara,
kıstırıldığın zamanlara ve zamansızlıklara..
-değişken ama sabit
kristal ve kırılgan
kristalize olmuş ruhun gibi..
yine de kışkırtılmaya müsait,
kıvrılmış, acitilmış, ağlatılmış..
ağdalı dillere ve ağrılı sancılara gebe,
geberesiye gülmecelerle
üzerini örtmeye çalışan bir soytarı gibi
bir bilmececi bu acı..
kanırtan, kanatan ve yontan..
yorgun bırakan ve hislerinle oynayan,
seni oyunun dışında tutan,
ve hep eksiyi sana yazan..
öyle bir acı ki bu içinde durduğun
sonrasında durulduğun ve daraldığın,
dağılır ardında durduğun insan durakları,
durağanlıkları..-
bir odan var senin bağımsız filmler çektiğin
tek kamera, tek açı, tek kadraj ve tek bir oyuncu..
her gece yeni bir senaryo
ama her gece aynı tema..
üzerine tığ gibi işlenen bir karanlıkta
örtüşmek istemediğin bir gerçek dünya..
rollerin istemsizce seçildiği bir hayatta
senin asla dahil olmak istemediğin,
dahası dehanın yüzüne tükürmeye cesaret edecek bir devasa..
içinde bağımsızlığını ilan ettiğin bir odan var
hangi rolü istersen oynayabileceğin
ve hangi kuytularında duracağını seçtiğin,
gündüzden itinayla hazırladığın bir dekor
gündüzden itinayla seçtiğin sözcükler
gündüzden itinayla tasarladığın bir son..
yönetmen koltuğunda oturduğun
oturdukça kararttığın bir film bu sanki..
her karede hayatının şeritlerinin aktığı
her karede bir kez daha içine kaçtığın
ve sonra tekrar varoluşunu izlediğin
her karede zaman içinde yolculuk yaptığın
arada bazı karelerini silmeye çalıştığın,
ama bir kez gittiğinde
belki de bir daha hiç geri gelemeyeceğin zamanlar..
bir oda dolusu yüzün var senin
her gün karşına alıp birini
saatlerce konuştuğun,
ve anlattıkça
yalnızlığını yitirdiğini sandığın..
hepsinin ardında başka biri,
giydirilmiş mimikleri
ve başka bir masal perisi..
hiç gelemeyen, yolda kaza geçiren
ve aslında hiç gelemeyecek olan,
aslında hiç atı da olmayan
siyah eldivenli prensler
siyah peluşlu prensesler..
koyu boyalar ardına saklanan,
kuyu misali gözler
ve ardında geçmişten izler..
her sabah uyandığında makyaj gibi giydiğin,
gözaltı torbalarını özenle gizlediğin
ve özenle çizdiğin ifadeler
yüzü giyinik yüzler..
yüzünde ateş dansı yapılan,
6 köşesi de kuşatılmış,
izinsiz istila edilmiş bir uyku gibi solgun
sorgu masası misali yüzler..
üzerine her oturduğunda tokatlandığın,
kızgın alevde kaynatıldığın ve kamaştırıldığın,
parçalara ayrıldığın saatler..
yüzünün her bölmesi ayrıştırılmış zamandan ve zandan..
sırf dokunmasınlar diye,
sırf bozmasınlar diye
ayrıldığın gizli bölmeler..
içinde sakladığın hikayeler
ve himaye altına alınmış kelimeler..
ayrıştırılmış gündelik hayattan ve güneşten
sarılmış karanlığın paketine
ve içinden konuşmak üzere ayarlanmış saatin alarmı..
bir köründe yalnızlığın, yangınların ve yaşların
bir köründe kördüğümün
ve bir köründe ölümünün..
yüzsüzce, böylece yüksüzce..
]