adım koray
on iki yaşındayım
ve ben hiç büyümeyeceğim
sivas madımakta
ak günler bekleyen ülkemin
karanlık dünlerinde
naklen yakıldım
yazdı
temmuz sıcağında
babam ozan ismail
tuttu ablamla beni
"haydi çocuklar
sivasa / baba ocağımıza
pir sultan abdal şenliklerine
semah dönmeye gidiyoruz" demişti
ne bilirdim ki
ateşte semah dönmeyi
olacaktı
kaderdi
-büyüklerimizin söylediği gibi-
otel odasının duvarlarında
binlerce insanın
"yakın" sesleri yankılanıyordu
ölümden ötesi yoktu görünürde
ölüm bize camdan gülümsüyordu
adım koray
on iki yaşındayım
ben hiç büyümeyeceğim
dikmenden aşağıya salınarak
atatürk bulvarında
-güzel ankarada-
otobüsten sevinçle indiğimde
-elimde çiçeklerle-
gimanın önünde beni bekleyen
bir sevgilim olmayacak
adım koray
siz şimdi kim bilir
kaçıncı kadehi
kaçıncı yalana kaldırırken
"can-cana" derken
benim ellerim yan mezardan
hiroşimada ölen yaşıtıma uzanır
sol tarafımda halepçe çocuğu
sizin elleriniz oynaşta
sizin elleriniz kadehlerde
yeni vurgunlarda
aklınız
soygunlarda
ben ise
-yaşayabildiğim günlerde-
semah ta tutmuştum bir kızın elini
ellerim yılan / çıyan arasında şimdi
soğuk burası
ne din / ne iman anlamıştım
ne de
yakılacağını bilmezdim çocukların
din uğruna
suçum semah dönmekti
-babamı dinlemekti-
suçum çocuk olmaktı
siz dans ederken dünyalılar
mermerlerin üzerinde
altınızdan bakıyorum
siz sevişirken eşlerinizle
sizleri gözlüyorum
-ben hiç evlenemeyeceğim
biliyor musunuz-
adım koray
on iki yaşındayım
baba olamayacağım
okşayamayacağım çocuklarımı
ben hiç annemin dizlerinde
-saçlarında parmaklar dolaşan-
mutlu çocuk rolü yapamayacağım
ben sizin adınıza
ben mutlu gelecek adına
bir değil / bin kez daha yan deseler
cayır-cayır yanacağım
-neden
adım koray benim-
duyuyor musunuz
daha on iki yaşındayım
bazen ozan nesimi oluyorum burada
alıyorum elime sazımı
bazen de hasret gültekin
hasret türküleri söylüyorum
çamurdan mezarımın duvarlarına
duyarım ki kölnde
hasret ağabeyimin oğlu olmuş
adını hasret koymuşlar
söyledikçe muhlis baba
ben burada bile
ateşte semaha dönüyorum
görüyor musunuz
adım koray benim dünyalılar
en son sizin aranızdayken
ateş camlardan bakıyordu bana
yanıyorduk madımakta
annem geldi gözümün önüne
-ölmeden önce-
babam / ankara geldi
yanınca ben
anneme götürdüler küllerimi
ankaraya götürdüler
tabutumdan
kokusuz çiçekler verdim
genç kızlara
göremediler
gelirken elimden tutan babam
dönüşte tabutumu tutmuştu
ben yanmıştım
babam kavrulmuştu
yeni doğan kardeşimin
adını koray koymuşsunuz
çamurla mezarımın duvarlarına yazdığım şiirlerimi
sanırım
sadece siz okumuşsunuz
adım koray benim
bilmediğim din uğruna
-tanımadığım din adamları tarafından-
devletin gözü önünde
-sizlerin gözü önünde-
naklen yayınlanırken "yangın"
yananlar arasında ben de vardım
en küçükleri "otuz üçün"
otuz üç canın
otuz üç karanfilin
kokusu bendim
tüm ülkeye yayılan
ölümden ötesi yokmuş
ankarada kızlara çiçek vermek de
unutmayın
mezarımdaki küllerden
siz sorumlusunuz