Sallanan sandalyede oturmuş, duyguları karmakarışık, kafasında 40 tilki dolaşan bir adam var karşımda... O adam ki, küllerini savurmuş, binbir labirentten ustalıkla çıkmış, en büyük tufanlarla savaşmış, en koyu aşkları atlatmış, en büyülü gecelerle kucaklaşmış, çoğu zaman ışıltılı bir gecede simsiyah kalakalmıştı...
Oysa düne kadar o kadar umutluydu ki... Mutluluğa doğru uzanan yolda ağır ama emin adımlarla yürümüştü, kendisine bağlı olan insanlara aşkını sunmuş, yüreğini ardına kadar açmıştı, sereserpe, korkusuzca...
Kendi dünyasında sevgi durağı vardı ve o durakta beklemek bir şanstı, kolay kolay ulaşılamaz bir yanı, çok renkli bir hayatı vardı... Ve birgün bu sihirli adam, terk edildi sevdikleri tarafından, uzun zaman kendini toparlayamadı inanamadı hiç kimselere...
İşte şimdi karşımda, gözlerini bir noktaya dikmiş; ışıksız, renksiz, donuk bir adam var ve ona söylemek istediklerimi, yutkunarak da olsa sarf ediyorum ve sadece şu cümleyi kurabiliyorum bütün olanlara inat...
Sadece gülümse... Gü-lüm-se...
]