Seninle her gün gelirdik, bu sahile.
Çamların altında oturur, kıyıyı okşayan dalgaların ritmik türkülerini dinlerdik.
Bazan ben senin, bazan da sen benim dizime başını koyarak, yatardık.
Dizimde yatarken kocaman kar yumaklarını andıran bulutların üstünden inmiş, uçmaktan yorularak, dinlenmeye başlayan, ak kanatlı, tatlı bir melek gibiydin.
Pembe dudakların içinde binbir büyüyü saklayan kapalı bitr kutuyu andırırdı. O kutunun açılarak, içinden dökülecek sözleri tutkuyla beklerdim.
Hiç bir beste senin sözlerin kadar duygulu, hoş ve büyüleyici olamazdı.
Enginde yelkenliler süzülür, sularda kayan virgüller gibi. Kayıklarda sevgililer dolaşır, şen kahkahaları bize kadar ulaşırdı.
O ağacın altında, gözlerin gözlerime dikilmiş, ikiz mermer heykeller gibi sonsuza kadar kalmak isterdim.
Şu karşıdaki yaşlı iskeleye bir vapur yanaştı, birgün. Seni aldı, götürdü.
Birlikte gelmiştik, bu sahile.
Yalnız döndüm. Hüzünlerle yüklü olarak...
Saymadım. Kaç yıl geçti aradan...
Ben her günbatımında bu ağacın altındayım.
İçiyor, kızaran ufukların ötesini gözlüyor, senin geri dönmeni bekliyorum.
Sensiz hüzün dalgaları vuruyor, bu sahile.
Sensiz yaşam boş.
Benim gibi bir bekleyen daha var. Yaşlı ve sarhoş. Her akşam kulübesinin önünde oturur. Her akşam aynı şarkıyı dinler, taş plaktan.
''Beklerim hergün bu sahillerde mahzun böyle ben,
Gün batar, kuşlar döner, dönmez bu yoldan beklenen...''
Neden bekletiyorsun?
Niçin gelmiyorsun?
Söyle.
Neredesin sen?..
Mehmet Nacar