Sistemin Ruhu - 5

Tıpkı ana rahmindeki o uzun gün gibi; bir nedene bağımlı ama kendinde nedensiz, bir zamana bağımlı ama kendinde zamansız, bir mekâna bağımlı ama kendinde mekânsız. Oysa ertesi gün aniden bilinçle; bilinç dediğimiz ilk neden farkındalığıyla, ötekiyle karşılaşan kendimizle uyandık yeni bir güne. O andan itibaren bağlandık ilk neden köleliğimize. Farkında olmak özgürlüktü, özgürlükse ancak esaretin bedeli.

yazı resim

Çağın bu alt döneminde, felsefenin ve sanatın ayağa düştüğü konusunda telaşlananlara olduğu kadar, bunu olağan kabul edenlere de hak vermek gerekiyor. Çünkü her ikisi de bugün için gerekli görünüyor. Telaşlananlar, on binlerce yılın birikiminin saygısızca ve özüne uygun olmayan biçimde tüketilmesinin önüne geçmeye çalışıyorlar ki; bu, yaşadığı dönemleri, eleştirel-sorgulayıcı aklın süzgecinden geçiren insanlık geleneğinin korunması açısından elzemdir. Fakat aynı şekilde bu birikimin; örneğin popüler bir şarkıcının çay bahçelerinde çalınan şarkılarında tüketime sunulması ya da tiyatro salonlarında komedyenler tarafından gülünç kılıklara sokulması da bir tür denge unsuru olarak ele alınmalıdır. Zira sadece kendi diline vakıf olanlar tarafından anlaşılır-yapılır olan bir felsefe ya da sanat, toplumsal özünü zamanla kaybeder ve işlerliğini yitirir. Geçtiğimiz yüzyıla kadar gizemini koruyan bu alanlar, sınırlı bir kitlenin aristokrat yapılanması ekseninde hayat bulmasıyla, toplumun geneli tarafından reddedilmiş, inanılırlıktan, güvenilirlikten uzak kalmıştır. Öyle sanıyorum ki taşların yerine oturması açısından bu sarsıntı gereklidir. Bir tarafta düşüncesizce tüketime alıştırılmış kitleler, diğer yanda korunaklı alanlarında gizemlerini üstüne örten seçkinler sarsılmalı ve her iki taraf da olagelenden nasibini almalıdır. Aynadaki yüz, kendini görmeye çalışan herkese bütün ayrıntılarıyla, kitlelerin ve seçkin azınlığın ruhunu aynı anda yansıtmalıdır ki; kendi gerçekliğini görebilsin. Ancak bu sayede kendimizle ne yapabileceğimizi bilmemiz mümkün olacaktır.
Şimdi aynadaki yüzümüze bakıyor ve soruyorum: Kölelikten kurtulabilir miyiz? Öyleyse neden ve/veya nasıl?
Evet, bu mümkün ve hatta kaçınılmaz diyorum kendime. Bu satırların arasında bir çıkış yolu aradığıma göre, böyle bir yönelişim var. Bu yönelişe, sistemin açık alanlarında gezinebilen felsefenin ve sanatın yaydığı ışığın peşine takılarak geçtim. Ben artık köleliğime son vermek, efendilerden kurtulmak istiyorum. Fakat artık şunu da biliyorum, köleliğe son vermenin yolu efendileri yok etmekten değil, efendileri ve köleleriyle bir bütün olan sistemi dönüştürmekten; yani kendimizi bilinçli bir evrime tabi tutmaktan geçiyor. Öyleyse, öncelikle dilimi, görmenin kendisine başka bir bakışa davet ediyorum. Dünyayı yerle bir etmeden değiştirmeye, başka bir dünya kurmanın en zor ama en az yıkıcı olan yöntemine; inkâra değil, kabullenişe çağırıyorum. Çünkü öğrendim, biliyorum, kendini aşmak, kendine varmaktır; onun üstünden atlamak değil.
Kabul edelim ki; bir ilk nedene sahip olmaksızın hiçbir şey yapamıyoruz. Sayılar, sayıltılar ve tanrılar olmaksızın bir dünya kurgulayamıyor, bir destek olmaksızın o dünyayı yerinden oynatamıyoruz. Bizler, neden-ler-in kölesi ve tüm nedenlerin nedeni, efendileriyiz. Bu sistem biziz. Efendiyiz, köleyiz. Yöneten, yönetilen, sömüren, sömürülen, ölen, öldüren, ilerici ve gerici, akıllı ve deli, imanlı ve ateist, bilimsel ve kör-cahiliz. Birinin varlığının diğerine ait veya ilişkili olduğu zincirleme bir sistemin özü, nüvesiyiz. İlk neden biziz. Çünkü hatırlamadığımız bir uzun günde kuruldu dünya; kutsal kitaplardan, fosillerden, 50 bin yıllık kemiklerden, dâhilerin düşlerinden, eşyanın tabiatından, tarihin yasalarından sorguladığımız bir uzun günde oluştu sistem. Tıpkı ana rahmindeki o uzun gün gibi; bir nedene bağımlı ama kendinde nedensiz, bir zamana bağımlı ama kendinde zamansız, bir mekâna bağımlı ama kendinde mekânsız. Oysa ertesi gün aniden bilinçle; bilinç dediğimiz ilk neden farkındalığıyla, ötekiyle karşılaşan kendimizle uyandık yeni bir güne. O andan itibaren bağlandık ilk neden köleliğimize. Farkında olmak özgürlüktü, özgürlükse ancak esaretin bedeli.

Biz kendimize köleyiz.
Felsefeyle hiç ilgisi olmayanların bile gayet iyi bildiği, Hegelin özgürlük zorunlulukların bilincine varmaktır ve Marksın İnsan zorunluluklardan kurtulunca gerçek tarih başlayacaktır sözlerini yeniden anımsayalım. Onlar bize diyorlar ki; insan ancak kendi kaderini kendi elleriyle çizmeye başladığında özgür olacaktır. Bunun için de insan, gerçekte neye ihtiyaç duyduğunu, sahip olduğu donanımlarla bunlara nasıl cevap verebileceğini bildiği ve gerektiği gibi planladığı zaman kaderine hâkim olacak, kölelikten kurtulacaktır.
Evet, tüm bunlar doğru ama yetersizdir. Yetersizdir çünkü özgürlük sadece bir aşamadır kurtuluş yolunda, varılacak yer değil. Şayet bu sistem efendi ve köleleriyle birlikte ortadan kalkmadıkça kölelik son bulmayacaksa, esaret gibi özgürlük de ortadan kalkmalıdır. Hedef özgürlüğün ötesi olmalıdır. Özgürlüğü hedefleyen yalnızca kölelerdir.

Nilüfer Aydur

Başa Dön