Soluk

Önce ayaklarını sürükledi adam, bedenini taşıdığından haberi yok gibiydi. Hem orada olmayı hem de uzağa çok uzağa gidebilmeyi diliyordu en derinden, kendi bile farkında değildi. Küçük yürekli kadın anladı yoksunluğunu, yoksunluğundan doğan hoyratlığını adamın. Bu kadar çıplak bakan bir çift göz görmeyeli ne kadar olmuştu. Ne olmuştu da bakıyor, görmüyordu bu rengarenk hayatı. “Heyhat” dedi içinden kadın, “sancı ancak dinlenirsen diner, git bu gözlerden olabildiğince uzağa, basıncı düşük bir yerlerde eyle yaşam denen ne kadar sefa varsa.”

yazı resimYZ

Önce ayaklarını sürükledi adam, bedenini taşıdığından haberi yok gibiydi. Hem orada olmayı hem de uzağa çok uzağa gidebilmeyi diliyordu en derinden, kendi bile farkında değildi. Küçük yürekli kadın anladı yoksunluğunu, yoksunluğundan doğan hoyratlığını adamın. Bu kadar çıplak bakan bir çift göz görmeyeli ne kadar olmuştu. Ne olmuştu da bakıyor, görmüyordu bu rengarenk hayatı. “Heyhat” dedi içinden kadın, “sancı ancak dinlenirsen diner, git bu gözlerden olabildiğince uzağa, basıncı düşük bir yerlerde eyle yaşam denen ne kadar sefa varsa.”

O an anlam kaybolmuştu aralarında, onca yüklenen oysa. Daima erken giderdi küçük yürekli kadın; duyguya erken giderdi ve elleri bomboş dönerdi. Sanki pazar sabahı iki yumurta bir ekmek almak umuduyla gidilen bakkalın henüz açılmadığını gördüğünde, bakkala mı kendi zamansızlığına mı kızacağını bilememek gibiydi şimdi de hissettiği. “Boş ver, detaylarında kaybolma resmin bu defa” dedi kendine. Hareket, kabiliyetini yitirdi soğuk akşamın birbirine uzanmayan iki çift elinde. Sustu zamirler.

Yemyeşildi adam. Soluğundan yakalasaydı, bırakmasaydı belki değişirdi tabiatın doğası, yerçekimi falan karşı konulabilir kavramlar olurdu sonra. Kendini bildiği andan itibaren beklediği mucizeye baktı, burada mıydı? Bilinmezliğin gizi tam kuruyacakken suya değmiş yara gibi iltihaplandı, içinin tam ortasında ilan etti bağımsızlığını. Yine erken gelmişti belliydi erken dönecekti, neye yorulduğunu bilmeden yorgundu. Belki yormuştu da. Sadece bir an için sıcak bir rüzgar esti, kokusunu duydu adamın, uzak ülkelerden göç eden mızıkacılar gibiydi, az sonra cümbüşü can yakan melodiler uçuşacaktı etraflarında. Çok sonra yalnız kaldığında bu anı hatırlayacaktı küçük yürekli kadın ve soluğundan tutmadığı adamı bir an için de olsa sevmiş olduğunu varsayacaktı. Sonra kuruyacaktı cümleler, yine de o ana bir virgül attı.

Yağmur başlamıştı inceden, deniz desen gücüne sağlık adamdan daha hoyrat. “Her yanım aidiyetken, bu koku, bu ten… Değme, duyma gitsin bitsin bu ait olma savaşı” dedi kendine kadın. “Ya hisler? Değmemek, duymamak, mümkün müydü hissetmemek?” Gemiye binmişlerdi çoktan. “Az sonra bitecekti bu serüven, birbirlerine sicimlenen iki elektronken daha mı kolaydı işler, ses ve suret olumsuzlamış mıydı şimdiyi?”

Gemi sallandı, adamın ceplerinden şuur döküldü. Eli boşlukta kaldı kadının, bulamadı adamın elini. Adam gerçekleşti, gerçekçileşmişti belki de. Gölgesinde kaldı, izi gitti, cebinde bir tutam kokuyla. Soluğuna sahip çıkmak istedi adam “Nefesim nefes olmayınca gecenin canına, gecede ersin gündüze, yansın tutuşsun yarım yanım” diye geçirdi içinden. Olasılığın bir perdesi kapanmıştı, sessizliğe duyulan özlemi ağır basmıştı. Söndü ateş, yabancı oldu küçük yürekli kadın. ] ]

Yorumlar

Başa Dön