¬¬¬¬¬¬Güneş bizim sokağı hiç aydınlatmaz. Çünkü biz loşluğu severiz. Karanlık bizim evimiz gibidir. Kendimizi daha rahat hissettiğimiz, daha bir kendimiz olduğumuz yerdir karanlık. Yine de bazı zamanlar aydınlık istemiyor değil insan. En azından biraz deniz kokusu ve şöyle pırıl pırıl güneşin altında biraz dinlenmek fena olmazdı. Ama ne mümkün efendim! Her şeyden önce buna koşullarımız izin vermez. Hadi koşullar izin verdi diyelim bu defa diğerleri bundan rahatsız olur. Hani şu dana jambonla beslenip, pazar sabahları köpeklerini yürüyüşe çıkaranlar. Adamın suratına öyle bir bakarlar, öylesine tiksinirler ki; bunu bakışlarıyla gayet iyi ifade ederler. O yüzden güneşin aydınlatmadığı bu sokağın ötesine gitmek için karanlığı beklemek şart.
Dün gibi hatırlıyorum, daha küçücük bir oğlanken bir gün yine bütün gün aynı sokakta dönüp dolanmaktan sıkılıp anneme sorular yağdırmıştım. Tabi karanlık çökünce de sokağın dışına çıkamıyordum daha. Anneme gayet kızgın ve hatta biraz da kırgın bir ifadeyle sordum “neden bu sokaktan başka sokağa gidemiyorum, orada daha güzel oyunlar var diyorlar ama” zavallı anneciğim varlıklarından hiç korkmayacağım öcülerle geçiştirmeye çalışmıştı beni. Oysa ben öcülerden o zamanlar da korkmazdım.
Bizim bakkalın oğlu Metine bir gün dedim ki;
-Lan Metin!
-Ne?
-Hadi gel gidelim.
-Nereye be?
-Dışarı.
-Dışardayız ya oğlum. İsmail sen iyice üşüttün be!
-Oğlum öyle değil. Sokağın dışına gidelim diyorum sana, hiçbir şeyden de anlamıyorsun yahu.
Metin koşarak benden uzaklaşmıştı. Dışarıda yani sokağın dışında bu kadar korkunç ne olabilirdi ki, hiç anlam verememiştim. Tamam biz fakirdik. Başka insanların bize Çingene dediklerini de işitmiştim büyük ağabeylerden. Geceleri dışarı gidiyorlardı ve bir sürü eşyayla dönüyorlardı. Demek ki dışarıda bir sürü güzel şey vardı. Kot pantolon bile vardı. Bir keresinde Memduh dayının kızı Aliye anneme “Safiye abla bizim ufaklığa olmadı bu al da İsmail’e giydir” diyerek biraz eski bir kot pantolon vermişti. Bunu duyunca sevincimden tavana zıplamıştım galiba. İlk kotumdu nasıl zıplamayayım ama. Sonra Memduh dayının hikayeleri vardı dışarıya dair. Okula giden çocuklar var derdi. Servisle giderlermiş okula hem de. “Servis nedir?” demiştim bir keresinde. Kafama vurmuştu “ de git deyyus” diyerek. Hiç anlamıyordum, sadece gitmek istiyordum. Kafama koymuştum bunu yapacaktım.
Şimdi siz satır satır ilerlerken merak ediyorsunuz. İsmail dışarı çıktı mı, çıkmadı mı? İsmail dışarı çıktı mı, çıkmadı mı?
İsmail dışarı çıktın mı, çıkmadın mı?
Aslında bunun hiç önemi yok. Dışarı çıkmamışsam zaten anlatacak bir şey de kalmamış oluyor. Şayet çıktıysam da neler gördüğümü biliyorsunuz. Çünkü siz dışarıdaki hayatı yaşıyorsunuz.
Ama İsmail dışarı çıktı mı, çıkmadı mı?
Çocuk İsmail, yani çocukluğumdaki o şaşkın küçük adam tüm kalbiyle dışarıda olmayı istedi. Ne göreceğini bilmeden hem de. Hayal etti, hayret etti ve büyüdü.
] ] ]