Biz bülbülü hep gül dalına yakıştırır, ötüşünü de göksel sözlere benzetiriz. Ruhumuzu okşar bu birliktelik. Bülbülün ötüşü ile gülün kokusundaki o mistik ahenk, sanki sevgililerin sarılmasından duyulan haz olur doldurur içimizi.
Halk arasında söylenen bir atasözü var, "Bülbülü altın kafese koymuşlar; bülbül Ah vatan, vah vatan demiş. Bülbülü serbest bırakmışlar, uçup gitmiş ve takip ettiklerinde bir çalıya konmuş. Bülbül İşte benim vatanım demiş diye anlatırlar.
Bir hikâye daha var bülbül ve gülle ilgili. Bu hikâyede de bülbül güle aşıktır ve ondan kendini uzak tutamaz. Gül ise bülbüle aşık değil, ama faydalanmak isteyen bir varlıktır. Gül, bülbüle kendisine daha çok yaklaşmasını, hatta sarılmasını ister. Bülbül öyle büyük bir aşkla güle bağlıdır ki, söyleneni yaparken yüreğine batan dikeni hissetmez. Bülbülün kanı bitinceye kadar gül, bülbülü oyalar. Sonunda bülbülün kanı biter ve bülbül gül dalından ölmüş olarak düşer. Bülbülün kanı ile boyanan gül göz kamaştıran muhteşem bir renge dönüşmüştür.
Gerçekte de acaba bülbül ve gül aynı mıdır?
Bülbül sesi çok güzel, ruhu dinlendiren, küçücük ve aptal bir kuş. Gül dalına konar mı? Evet. Çalıya konar mı? Evet, bir kaya üzerine konar mı? Evet. Hatta Anadolu'da "Tezek" denilen hayvan dışkısından yapılmış yakacak yığını üzerine konar mı? Evet.
Demem o ki, insan neyi nasıl görmek ve bilmek istiyorsa, her şeyi o kalıba sokmak istiyor. Oysa doğa kendi şartlarını insan algısına göre oluşturmuyor. Öyle olsa, sekiz küsur milyar insanın duygusu, doğayı bugünkünden daha harap bir duruma getirirdi.
Biz kendimizi de, doğayı da, duygu ve düşüncelerimizi de irademizi es geçmeden özgür bırakmalıyız ki, denge bozulmasın.
Her hikâye bir ders, ama biz neden ders aldık ki... Biz derse ders vermeye kalıyoruz. Güneşi bile psikolojik durumumuza göre yönlendirmek istiyoruz.
Sevmek, Allah'ın doğaya bahşettiği en büyük nimet. Oysa biz narsist tutumlarımızla bu muhteşem duyguyu da çarçur ediyor, hakkı hak edene vermiyoruz; ya almak istemeyene zorla vermek istiyoruz, ya almak isteyenden türlü yol ve yöntemlerle esirgiyoruz.
Ben, artık bülbül ve gül gibi birbirini yıpratan aşklarla değil, birbirini anlayan, birbirini ihmal etmeyen, birbirini kullanmayan ve narsist duygulardan uzak bir aşkla seven kimseler olalım, derim. Ama bilirim ki, bu ben dahil kimsenin işine gelmez.
Âşık Sümmani bir deyişinden bakın bunu ne kadar güzel dillendiriyor.
"Acep ne şekilde bu gurbet eller,
Yar peşine gitsem bana ne derler,
Herkesin bağında öter bülbüller,
Ben gülüm, bülbülüm dalımda değil.
Bülbül olsam daldan dala uçmazam,
Haram olsun, yad ellere göçmezem,
Candan geçer, ikrarımdan geçmezem,
Velâkin irade elimde değil."
Pahalı bir yalnızlığı, ucuz bir kalabalığa tercih etmek... İçimizdeki fırtına, yine içimizdeki kalıntıları savurup temizler mi? Yeniden aynı görkemli acılardan birer saray yapalım, bin yetmiş bir odalı olmasa da...
5 Eylül 21
Gölcük