Deniz süt liman...Yakın ve uzak... Bulutlar ince ve hassas. Saat sabahın 6.30' u. Susmuş tabiat. Kuşlar var sadece. Sesleri ayyuka çıkıyor bu sessizlikte... Başımda inceden bir ağrı; bekliyorum ahirdeki duvar dibinde. Etrafta üçlü beşli, bazen daha kalabalık gruplar var. Şapkasını iyice önüne eğmiş uykularda bir başkası. İkaz amaçlı olmayan ve sürekli bir öksürük boğuyor kuşların sesini... Kuşlar ürkek... Sigara tellendirmis yanımdaki. Dumanını üflüyor üstüme: kokusu bile beyin bulandırıyor. Bekliyoruz... Neyi neden beklediğimizi bilmeden. Laflıyoruz sabah serserliğinde rüyalardaki hayatlardan. "Annemleri gördüm; yemek yiyorduk beraber." diyor biri. Diğeri "Ben de üniversiteden birkaç arkadaşımı gördüm; geziyorduk öyle boş boş. Bana şuanda ne yaptığı sordular, 'askerdeyim' dedim, meğer onlarda askerdeymiş, birbirimize çarşıda rastlamışız..." diyor diğeri. Gülüşüyoruz. Ben anlatmıyorum gördüğüm rüyayı. Eski sevgilimden bahsetmeyi pek sevmiyorum çünkü. Uzun bir sıra var yemekhanenin önünde. Adım adım ilerliyoruz. Sayılı günlerin birbirine en uzak durduğu yer herhalde burası. Elde karavana, ayakta taze boyalı postallar, yürekte sevilenlerin hasreti... Çatal bıçak şakırtısına karışıyor bu sabah da zamanın ağır ağır ilerleyen ayak sesleri...
y.ç.